HealthCenterofWorld
  lokman hekim sifali bitkiler
 

Kekik Mucizesi

Kekik Mucizesi

Kekik Mucizesi

Kekik Bitkisi

Kekik Bitkisi

Türkiye’de yoğun olarak yetişen kekik çeşitlerinin, antioksidanantikanserojen,antidiyabetik ve antikolestremik özelliği olduğu bildirildi.

Erciyes Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Görevlisi Yrd. Doç. Dr. Osman Sağdıç, kekik üretimi açısından dünyada önemli bir konumda bulunan Türkiye’de, OriganumThymusThymbraSaturajeSideritis ve Salvia cinsi kekiklerinyoğun olarak yetiştiğini, bu kekik çeşitlerinin sağlığa çok faydalı olduğunu söyledi.

Dünyada kekik çeşitleriyle ilgili birçok araştırma yapıldığını, bu araştırmalar sonucunda bu bitkilerin mikrop öldürücü özellikte olduğu ve yoğun şekilde fenolik madde içerdiğinin saptandığını belirten Sağdıç, kekiğin sağlığa faydalarını şöyle özetledi:

Kekik, içerdiği maddelerle hücrelerden salgılanan serbest radikalleri bağlayarak sağlık açısından birçok fayda oluşturmaktadır. Kekik, içeriğindeki maddelerle vücutta hücre koruma sistemlerini geliştirmesiyle antioksidankanser oluşumunu engellemesiyle antikanserojendiyabet hastalığını engellemesiyle antidiyabetik ve vücuttaki kolestrol oranını ayarlamasıylaantikolestremik özellikler taşımaktadır. Bu özellikleri ile kekik, yaşlılığı geciktirmekte, tümöroluşumunu engellemekte, şeker hastalığına iyi gelmekte ve gıdaların bozulmasını doğal yollarla engellemektedir.”

23 Aralık 2008
Okunma
bosluk

Uçucu Bitkisel Yağlar ve Kullanım Alanları

Uçucu Bitkisel Yağlar ve Kullanım Alanları

Uçucu Bitkisel Yağlar ve Kullanım Alanları

Melek Otu Yağı

Hazımsızlık, öksürük, ateş

Anason Yağı

Hazımsızlık, öksürük, bronşt

Reyhan (Fesleğen) Yağı

Gut, ağrı, bronşit, halsizlik, soğuk algınlığı, migren, depresyon, sivrisinek kovucu

Bergamot Yağı

Ateş, akne, tansiyon, yara

Okaliptus Yağı

Boğaz ağrısı, öksürük, bronşit, sinüzit, cilt enfeksiyonları

Rezene Yağı

Hazım sorunları, menopoz, oburluk, bulantı, kabızlık, ,ktidar zorluğu

Lavanta Yağı

Yanıklari kesikler, böcek sokmaları, yaralar, egzama, dermatit, baş dönmesi, baş ağrısı, enfeksiyonlar, sivilce, astım, damar sertliği

19 Kasım 2008
Okunma
bosluk

Asparagus – Kuşkonmaz Bitkisinin Faydaları

Asparagus – Kuşkonmaz Bitkisinin Faydaları

Asparagus – Kuşkonmaz Bitkisinin Faydaları

Asparagus - Kuşkonmaz

Asparagus - Kuşkonmaz

Zambakgiller familyasından; çalı veya yarı çalı halinde odunsu, çoğu sarılıcı, bazı türleri de otsu olan Asya, Afrika ve Akdeniz bölgesinde yetişen bir bitkidir. Yaprakları pul gibi ve almaşık dizilişlidir. Çiçekleri küçüktür. Renkleri yeşilimsi veya beyazdır. Meyveleri üzümsüdür. 150 kadar türü vardır. Tıbbi kuşkonmaz Trakya ve Doğu Anadolu’da yabani olarak yetişir. Çiçekleri sarımsı yeşildir. Meyvesi kırmızıdır. Kök ve rizomlarında şekerler, mannit, koniferin, asparajin A ve C vitaminleri vardır. Hekimlikte toprakta sürünen gövdesi, kökü ve tomurcukları kullanılır. İlkbahar aylarında toplanıp kurutulur.

* Kalp hastalıklarından doğan ödemleri giderir.
* İdrar söktürür.
* İdrar yollarını temizler.
* Sinirleri kuvvetlendirir.
* Kanı temizler.
* Karaciğer ve böbreklerin muntazam çalışmasını sağlar.
* Karaciğer şişliğini indirir.
* Dalak hastalıklarında faydalıdır.
* Zihin yorgunluğunu giderir.
* Sivilce ve egzamanın iyileşmesinde yardımcı olur.
* Kandaki şeker miktarını düşürür.
* El ve ayaklarda görünen şişlikleri indirir.
* Bel soğukluğu böbrek ve mesane iltihabı olanlarla, çok sinirli kimselerin kullanmaması gerekir.

11 Kasım 2008
Okunma


Ebu Derda Radıyallahu Anh anlatıyor Resullah Aleyhisalatu Vesselam buyurdularki:
ALLAH (CC) HAZRETLERİ HASTALİGİDE İLACIDA İNDİRMİŞTİR VE HER HASTALİGA BİR İLAÇ VERMİŞTİR ÖYLEYSE TEDAVİ OLUN ANCAK HARAM OLAN ŞEYLE TEDAVİ OLMAYIN DİYE BUYURMUŞTUR
                                (EBU DAVUD ,TIBB 11.3874)

SPERM TEDAVİSİ
TEDAVİSİ MÜMKÜN OLAN BİR HASTALIKTIR
TIKLAYINIZ

SPREM HASTALIĞI TEDAVİSİ
Tedavisi Mümkün Olan Bir Hastalıktır...
TIKLAYINIZ

TÜM BAYANLAR MUTLAKA OKUYUNUZ!!!

(TIKLAYINIZ)

KADIN HASTALIKLARI

Rahim İltihabı - Miyom
Rahim Kanseri - Yumurtalık Kisti
Regl Bozuklukları - Kısırlık

(TIKLAYINIZ)

MUHTEŞEM AFRODİZAK
HAYAT İKSİRİ MACUNU
(TIKLAYINIZ)

HEPATİT NEDİR?
(A,B,C)

Tedavisi Mümkün Olan Bir Hastalık...

KANSER NEDİR?
Tedavisi Mümkün Olan Bir Hastalık...

SEDEF NEDİR?
Tedavisi Mümkün Olan Bir Hastalık...

ASTIM - BRONŞİT NEDİR?
Tedavisi Mümkün Olan Bir Hastalık...

Kas Hastalıkları ve Kas Erimesi Nedir?
Tedavisi Mümkün Olan
 Bir Hastalık...

www.kashastaligi.com
Miyom Nedir?
Tedavisi Mümkün Olan
Bir Hastalık..
.

www.miyom.net
Lösemi Kan Kanseri
(Tıklayınız)
Akciğer Kanseri
(Tıklayınız)
Prostat Kanseri
(Tıklayınız)
Meme Kanseri
(Tıklayınız)
Karaciğer Sirozu 
(Tıklayınız)
Cilt Kanseri
(Tıklayınız)
Böbrek Kanseri
(Tıklayınız)
Mide Kanseri
(Tıklayınız)
Böbrek Taşı Nasıl Yok Olur?
(TIKLAYINIZ)
Safra Kesesi Taşı Nasıl Yok Olur?
(TIKLAYINIZ)
GLOKOM NEDİR
Tedavisi Mümkün müdür?

(TIKLAYINIZ)
BEHÇET HASTALIĞI
(TIKLAYINIZ)
Kronik Akciğer Hastalığı (KOAH)
(TIKLAYINIZ)
HİDROSEFALİ HASTALIGI
(TIKLAYINIZ)
Böbrek Yetmezliği
 (TIKLAYINIZ)
Rahim Ağzı Kanseri HPV 
(TIKLAYINIZ)
LUPUS HASTALIĞI
(TIKLAYINIZ)
ANKİLOZAN SPONDİLİT
(TIKLAYINIZ)
Şeker (Diyebet)
(TIKLAYINIZ)
KARACİĞER KANSER
(TIKLAYINIZ)

Pek çok kişi, kendilerini kurtarabilecek şifalı bitkiler bulunduğu halde, çesitli hastalıklardan acı çekmeye devam ediyor. Eğer şifalı bitkilerimize karsı daha anlayışlı olabilseydik, ne kadar sağlıklı ve yaşama sevinciyle dolu olabilirdik. Bitkilerle ilgilenmeye başlayın, yavaş yavaş çoğu şikayetinizin sona erdiğini göreceksiniz . .
Ç
ağın insanı sanki yapay bir yaşam sürdürüyor. Kendi içsel  gücüyle ayakta  kalabilmeyi  unuttu sanki.  Başarılı olabilmenin bir bedeli olarak, fiziksel ve ruhsal açıdan omuzlanmak istenen  yükler, bedenlerimiz için kaldırılamaz bir hale geldi. Bunun sonucu olarak, öncelikle bağışıklık sistemimiz çöküyor ve bedenimiz her türlü kronik ve alerjik hastalığa açık hale geliyor. Dönüp doğaya bakmak ve onun olağanüstü dengesinden yararlanmak pek az kişinin aklına geliyor. İşte siz de onlardan biri olabilirsiniz.

VAR OLUŞTAN SONSUZLUĞA

ALTERNATİF OLARAK ŞİFALI BİTKİLERDEN NASIL YARARLANILABİLİR

HASTALIKLARINIZ HAKKINDA BİLGİ ALMAK İÇİN BURAYI TIKLAYINIZ

Tedavisi Mümkün Olan Bazı Hastalılar Geniş Bilgi İçin Bizi Arayınız...
0 326 413 01 77
0 532 631 86 79
0 555 347 62 53
0 542 215 54 72

  ankilozan spondilit tedavisi (Tıkla)
  Parkinson tedavisi(Tıkla)
1 Kanser Türleri ve Tedavi Şekli (Tıkla)
2 Astım, Bronşit (Tıkla)
3 Prostat (Tıkla)
4 Hepatit (Tıkla)
5 Kısırlık (Tıkla)
6 İltihaplı Romatizma(Tıkla)
7 Migren (Tıkla)
8 Sara Epilepsi (Tıkla)
9 Mide Ülseri (Tıkla)
10 Kemik Zarı İltihabı (Tıkla)
11 Böbrek ve Safra Taşı(Tıkla)
12 Bel ve Boyun Fıtığı(Tıkla)
13 Depresyon (Tıkla)
14 Sedef (Tıkla)
15 Şeker, Diyabet (Tıkla)
16 Zayıflama (Tıkla)
17 Kolestural (Tıkla)
18 Miyom  (Tıkla)
19 Kilo Alma (Tıkla)
20 Mantar (Tıkla)
21 Monepoz (Tıkla)
22 Sinüzit (Tıkla)
23 Guatrı (Tıkla)
24 Kas Erimesi (Tıkla)
25 Tansiyon (Tıkla)
26 Cilt Hastalıkları (Tıkla)
27 Saf Bitki Yağları Çeşitleri (Tıkla)
28 Şifalı Bitkiler (Tıkla)
29 Reflü (Tıkla)
30 Bitki Takviyeli Macun ve Şurup  (Tıkla)
 
FELÇ İNME
BEYİN DAMAR TIKANIKLIĞI

(TIKLAYINIZ)
KEMİK KANSER HASTALIĞI
(TIKLAYINIZ)
TROİD BEZİ KANSER HASTALIĞI VE GENEL TROİD BEZİ HASTALIĞI
(TIKLAYINIZ)
CİNSEL İSTEKSİZLİK
(TIKLAYINIZ)
(HEMOROİT) MEMELİ MEMESİZ BASUR
(TIKLAYINIZ)
PANKREAS KANSERİ
(TIKLAYINIZ)
SAFRA KESESİ TÜMÖR KANSERİ
(TIKLAYINIZ)
İLTİHAPLI ROMATİZMA 
Romatoid Artrit

(TIKLAYINIZ)
REKTUM KANSERİ
(TIKLAYINIZ)
MESANE KANSERİ
 
(TIKLAYINIZ)
(MS) EMES MULTİPL SKLEROZ
(TIKLAYINIZ)
Hipertansiyon Yüksek Tansiyon
(TIKLAYINIZ)
İNCE BAĞIRSAK HASTALIĞI
(TIKLAYINIZ)
Kemik Çürümesi, Kemik Ölümü Hastalığı(TIKLAYINIZ)
GIRTLAK KANSERİ
(LARENKS KANSERİ)
(TIKLAYINIZ)
KİSTİK FİBROZİS HASTALIĞI
(TIKLAYINIZ)

VİTAMİNLER - MİNERALLER - ENZİMLER AMİNOASİTLER NEDİR?
FAYDALARI NELERDİR?

ALTARNATİF OLARAK ŞİFALI BİTKİLERLE VAROLUŞUNDAN-YAŞAMA

 Bir besinin biyolojik değerinin yüksek olabilmesi için tüm esansiyel aminoasitleri içermesi gerekir. Herhangi bir aminoasit mevcut olmadığında protein biyosentezi sona erer oysa yeni proteinler homeostazı sürdürmek için sürekli sentezlenmektedir. Zorunlu olmayan (endojen) aminoasitler besinle yeterince sağlanamazsa, ancak karbon ve azotun yeterli olduğu durumlarda sentezlenebilirler. Eğer zorunlu aminoasitlerin (eksojen ) yokluğu söz konusu ise, vücudun onları elde edebileceği  tek yol doku proteinlerini parçalamaktır. Örn;kas proteinlerini… bu durum bitki genetikçilerini proteinlerde temel aminoasitleri yüksek düzeyde bulundurun bitkileri geliştirmeye yönlendiren esas unsurdur.

         Diğer aminoasitler eksojenlerden kolaylıkla yapılabilirler, endojen aminoasitlerdir.        

Azot Dengesi:İdrar.ter ve gaitada atılan azot miktarı, tüketilen miktara eşit olduğunda  erişkinlerde azot dengesi söz konusudur. Azot gitişi, atılan azotun üstündeyse “pozitif azot dengesi” vardır. Bu durum, büyüme,gebelik veya yaralı dokuların onarıldığı iyileşme dönemlerinde gözlenir. Azot girişi atılan azottan daha yoğunda ise “negatif azot dengesi” gerçekleşir. Bu ise kötü beslenme, açlık ve çeşitli hastalıklar arasında olur. Aynı zamanda yanıklar. Travma ve cerrahi işlemler de negatif azot dengesi periyodu oluştururular.

         Düzenli bir azot bilançosuna ulaşabilmek için aminoasitlerin yeterli ölçüde alınması çok önemlidir. 

Bitkilerde Aminoasitler

         Bitkilerin bileşimi canlı organizmaların protein gereksinimlerine büyük oranda cevap verebilmektedir.burada organizmanın sağlıklı yaşaması için gereksinim duyulan esansiyel aminoasitlerin yeterli miktarlarda sentezlenemediğini (dallanmış yapılarından dolayı) hatırlamak gerekir. Esansiyel aminoasitlerin yeterli miktarda sentezlenebilmesi bitkilerde ve mikroorganizmalarda gerçekleşir.

         Evet, çağımızın getirdiği hızlı ve düzensiz yaşam şartlarında artık sağlıklı beslenme standardını oluşturabilmek için aşırı çaba harcamak zorundayız ya da yaşam standardımız buna uygun değilse  çaresiz durumda değiliz. Vücudumuzun sağlıklı bir yaşam için gereksinim duyduğu besin maddelerinin  yeter miktarlarda ve dengede  alabilmesine yardımcı olacak bir tamamlayıcı besin maddesi var artık modern çağın insanının yaşamında bitkisel mucizeler…

         Vücudun besin maddelerindeki proteinlerden yararlanabilmesi için sindirim sonrası oluşan aminoasit karışımında aminoasitlerin birbirlerine göre belirli oranlarda bulunmaları gerekir. Besin maddelerin çoğunda bulunan proteinler bu gereksimi karşılayamadığından  bu durum organizmada bir çok faktör tarafından düzenlenmektedir. Doku proteinlerinin yıkımı ve yapımı süreklilik gösteren bir olgudur ve aralarında sürekli bir dinamik eşitlik  söz konusudur. (homeostaz)

         Esansiyel (eksojen) aminoasitler

Valin

         Beyinde triprofan düzeyini azaltan etki gösterir. İzolösin birlikte kullanılması önerilir. Diğer kaynakları jelatin, peynir, fıstık , balık ve ayçiçeği tohumudur.

Lösin

         Beyinde triprofan düzeyini azaltıcı etki gösterir. İzolösinle aynı gıdalarda bulunur.

İzolösin

         Beyinde triprofan düzeyini azaltıcı etki gösterir. Diğer kaynakları peynir, yulaf, jelatin ve ayçiçeğidir.

         Lösin ve İzolösin birlikte kronik yorgunlukla mücadelede etkin rol oynarlar.ayrıca; metabolizmada  gerçekleşen aksama “dallanmış zincir hastalığı” olarak tanımlanan hastalığa neden olur. Hastalık karakteristik  bir kokusu olan idrarla kendini gösterir, ölümle sonuçlanır. 

Fenilalanin

Genetik ve metabolizma için önemli aminoasittir.

         Fenilalanin troid bezi hormonları ve adrenal üretiminde etkindir. Bu yüzden endorfin olarak bilinen doğal ağrı kesicilerinin üretiminde kullanılır. Sırt ve eklem ağrılarından kaynaklanan inatçı ağrılarda yardımcıdır.Doğal bir anti-depresif olarak da rol oynar. Peynir, fıstık, badem ve yulaf diğer kaynaklarındandır.

         Fenilalanin organizmada esansiyel olmayan tirozine dönüşebilir, bu nedenle trözin besin maddelerinde  yerini Fenilalanine bırakabilir ama tersi gerçekleşmez. Fenilalanin eksikliğinde genetik bir hastalık olan “fenilketonüri” oluşur; kişilik bozuklukları ve psikiyatrik hastalık tablolarında etkisi bulunmaktadır. Ortalama 104 doğumdan birinde bu hastalık açığa çıkar, bu da toplumların %2 sinin bu hatalı geni taşıdığını göstermektedir.

Metiyonin

         Genetik ve metabolizma için önemli aminoasittir.

         Metiyonin, organizmanın kükürt kaynağıdır. Protein sentezi genellikle Metiyonin ile başlar. Saman nezlesi gibi alerjik durumlarda savaşta, histamini azalttığı için etkilendiği bulunmuştur. B Vitaminleri ile birlikte alınması etkinliğini arttırır. Susam tohumu ve yulafta bulunmaktadır.

Tiriptofan

         Hayvan organizmasında vitaminler,in sentezlenmesinde etkin rol oynamaktadır. İnsan organizmasında ise vitamin eksikliğini geniş ölçüde gidermektedir. Niasin vitamini bu aminoasitten sentezlendiğinden besin maddeleri ile alınması gereken niasin miktarını azaltır; bu gereksinim triptofanın niyasine dönüşme miktarı ile ilgilidir. Triptofan verilerek “Pellegra hastalığı” bulgularının başarı ile tedavi edilebildiği, 50 yıldan çok daha önce gözlenmiştir.

Treonin

         Treonin esansiyel aminoasitlerden tanınan ilkidir. Düşük düzeyde Treonin depresyon kaynaklı  bazı rahatsızlıklara neden olduğu gözlenmiştir. Fıstık,badem,peynir, jelatin ve balık diğer kaynaklarındandır.

Lizin

         Herpes virüsünün semptomları ile mücadelede etkindir. Soğuk nedeniyle oluşan çatlamalar ve genital virüslerle oluşan etkileri yavaşlatır, onarıma yardım eder. Fasulye, mercimek brokoli ve patates diğer kaynaklarındandır.

         Diğer 9 aminoasit ise endojen aminoasitleridir.

Alanin

         İnsan ve memeli hayvan metabolizmasında Alanin önemi bir yer tutar. Öteki aminoasitlerin yapı formüllerini oluşturduğundan biçimsel olarak diğer tüm aminoasitler için ana madde sayılır. Çalışan iskelet kasları tarafından oldukça büyük miktarda verilir. Ve karaciğer tarafından tüketilir. Düşük yağ içeren veya yüksek protein içeren diyetlerde veya ihtiyaçtan fazla egzersiz yapan kişilerde Alanin ihtiyacı artmaktadır. Benzer şekilde yeterli glikoz üretimi için diyabetik hastalarda  da ihtiyaç miktarı artmaktadır. Jelatin kırmızı et, balık ayçiçeği tohumu, badem fıstık ve yulaf kaynaklarındandır. Alanin içeren besin tamamlayıcıları bulunmaktadır.

Arginin

         Kas üzerinde geliştirici etkisi ile sporcular için önemli bir kaynaktır.yüksek tansiyon, göz tansiyonu ve kan damarlarıyla ilgili hastalıklarda olumlu etkileri olduğu tespit edilmiştir. Sperm sayısı üzerinde etkisi vardır. Jelatin, fıstık, badem,kırmızı et, balık, ve yulaf diğer kaynaklarıdır.

Histidin

         Temel görevi histamin üretmektir. Dolayısıyla saman nezlesi ve alerjisi bulunanların kullanması gerekir. İltihaplı eklem romatizması bulunan kişilerde Histidin düzeyinin çok düşük olduğu tespit edilmiştir. Jelatin, süt ürünleri, fıstık, ve ay çekirdeği tohumunda bulunur.

         Arginin ve histidin aminoasitlerinin bebekleri çabuk büyümeleri için besin maddelerinde bulunmaları gerekmektedir. Bu nedenle bebekler için esansiyel aminoasitlerden olup yetişkinler için esansiyel aminoasitlerden değildirler ve yarı esansiyel aminoasit olarak kabul edilebilirler.

Spartik Asit

         Tüm hayvansal proteinlerde bulunabilmektedir. Metabolizmada basit bir şekilde oluşabilen bir aminoasittir. Kırımızı kan hücresi oluşumunda rol oynar.

Glutamik Asit

         Yapısal olarak aspartik asite benzemektedir. Arginin ve prolin glutamik asite dönüşür. Aminoasit metabolizması ağında düğüm noktası olarak görülen glutamik asit üre oluşumunda rol oynar. Kalsiyum kompleksi yapabilmekte de ve kan pıhtılaşmasında da rol oynayabilmektedir. Tuzu glutamat olarak bilinir. Özellikle kadınlarda folik asit üretiminde sorumludur. Çok yüksek oranlarda bulunursa “epilepsi” (sara) hastalığına neden olabilir.

Glisin

         Glisin ve glikon suda oldukça çözünen bir aminoasittir. Birçok proteinde bulunmaz. Yapısal olarak en basit aminoasittir.(asimetrik C atomu içermeyen tek aminoasittir.) glisilin artığının özellikle küçük bir hacim gereksimi vardır ki üç yapıtlı boyutların oluşumunda önemlidir; kollajenin yapısı üç heliks yapıda olup bu organın sıklığı, her üç aminoasitten birinin Glisin artığı olmasıyla mümkün olmaktadır. Glisin dışında diğer aminoasitler  bu yapıya konum bakımından yerleştirilemezler. Ayrıca vücuttan zehirli madde atma metabolizmasına katılır. Özellikle böbreklerden ürik asit atılımına etkilidir. Şizofreni şikayetlerde azalmayı sağlar.

Prolin

         Halkalı yapıda aminoasittir. Proteinlerde sıklıkla bulunabilmektedir. Glutamik asitin yıkımında (indirgenmesinden) prolin açığa çıkar.prolin kollajenin yapısında bulunan hidroksiprolinin de ana maddesidir. Histidin glutamin ve Arginin gibi üre çevriminde etkindir. 

B ve C Vitaminleri ile birlikte kullanılmalıdır. Yara iyileşmesinde olunlu etkileri vardır.

Serin

         İnsanların aldığı yiyeceklerin çoğunda bol miktarda bulunur, bu nedenle biyosentezi çok lüzumlu olmayabilir.. ancak birçok bileşiğin biyosentezinde önemli rol oynadığı için önemi ve vargılığında diğer aminoasitlerle oranı tartışılmaz.

         Zihinsel fonksiyonlar üzerinde etkilidir. Özellikle 60 yaşın üzerinde sayı, isim ve liste hafızasının korunmasında rol oynar. Bunun sebebi asetilkolin ve dopamin salımında etkili olmasıdır.

Tirozin           

         İnsanlar esansiyel (eksojen) bir aminoasit olan fenilalanini beslenme ile yeterli miktarda alırsa yeterli miktarda tirozin sentez edebilirler. Tirozinin biyosentik olaylarda önemli görevi vardır.

         Tirozinden tiroksin ve melanin pigmentleri sentez edilir. Tiroksin eskiden beri bilinen iyot içeren aromatik bir aminoasittir. Tiroksin ve parçalanma ürünleri hormon (dopamin noradrenalin) etkisi gösterirler ve iyot (I) bütçesi için önemlidirler.İyot bütçesi de  büyüme ve gelişme için zorunlu olan tiroit bezi hormonları için etkindir.melanin biyosentezindeki bozukluklar deri saç ve gözlerde pigmentlerin kaybolmasıyla karakterize edilen “Albbinizm”e neden olur.

Sistein

         Yüksek doz paraseromol kullanıldığında devreye girer. Ağır metallerin vücutta birikimine engel olur. 

Asparagin

         Aspartik asit ile yakından ilişkili olan Asparagin, sinir sitemi üzerinde ve denge oluşumunda etkilidir. Karaciğerde aminoasit transformasyonunu (dönüşümünü) sağlar.

Glutamin

         Aşırı alkol kullanımına bağlı mide tahribatını önler.

ENZİMLER

         Enzimler hayatın anlamlarıdır. Metabolizmadaki kimyasal dönüşümlerin tümünde enzimler etkin rol oynarlar. Canlı hücreler tarafından yapılırlar ve hücre canlılığını yitirdikten sonra da kazandıkları üç boyutlu yapılanma ile yaşama devam ederler, uzun süre aktif kalırlar.

         Enzimler olağanüstü spesifik biçimde etkiler. Enzimin etkilediği madde veya maddeler karışımına enzimin substrat’ı denir ve çok keskin bir substrat spesifiklikleri vardır. Enzimler genellikle protein yapısındadırlar ve bu nedenle de protein yapısını etkileyen her şey enzim aktivitesini etkiler. Örn; enzimler yüksek sıcaklığa çok duyarlılık gösterir.

Bitkilerde Enzimler

         Tarım ürünlerinin çoğu, enzimleri yıkan bir etken olmadıkça enzim üreticidirler. Doğada yaşayan mikroorganizmalar da tüm canlı varlıklar gibi enzim içerirler ve yaygın olarak bulunurlar ancak ürünlerin yapısındaki enzimler daha farklı önem taşımaktadır. Bu nedenle ürünün hasadından üretimine kadar geçen süreç içerisinde tüm aşamalardaki enzimlerin rolü besinin değerlendirilmesinde  önem arz eder.enzimlerin aktivitesinin rollerine göre üretiminden sonra devam ettirilmesi yada önlenmesi amaçlara göre değişkenlik gösterir. Örn; enzimlerin aktivitesi, besin değerlerinin kaybolmasını sağlayabilir yada yoğunlaşması gerekiyorsa korunması istenebilir.

Alkali Fosfataz

         Molekül içi değişmeleri etkileyen izomerazlar sınıfına giren enzimlerdendir. Karaciğerin çalışmasında etkindir. Enerji üretimine bağlı olarak kaslarda oluşan metabolizmanın bir çıkmaz sokağı laktatın büyük bir kısmının karaciğer glükoz oluşumu yönünde kullanımı sağlayarak bu çıkmaz sokaktan faydalanır.

         Bir diğer enzim grubu olan hidrolazlar, substrat’ın su katılmasıyla bölünmesini sağlayan enzimlerdir.

Amilaz

         Sindirim sisteminin en önemli enzimidir. Bu enzimler basit glikozitlerin oligosakkaritlerin ve polisakkaritlerin hidrolizinde etkindirler. Nişastanın parçalanmasından sorumludur, nişastadan büyük oligosakkaritlerin ayırır.

Karboksipeptidaz

         Polipeptid bağlarından serbest aminoasitlerin ayrılmasını sağlayan bu enzimler, tüm bitkisel ve hayvansal dokularda ve kanda bulunur.

Katalaz

         Hemen hemen bütün hayvansal organizmalarda ve bitki dokularında bulunurlar ve vücuda zararlı olan asitoksitler, hidrojen peroksit gibi yapılardan su moleküllerine ayrışımı sağlar.

Selülaz

         Selülozun hidrolizini sağlayan bu enzim, sindirim sisteminin düzgün çalışmasında etkilidir. İnsan ve hayvanlarda bulunmayan bu enzimin temini sebzelerden sağlanır.

Lipaz

         Sindirim sisteminin düzenli çalışmasında etkin olan diğer bir enzimdir, yağın parçalanmasından ve metabolizmadan sorumludur. Sağlıklı insanın kan dolaşımında düşük oranda bulunur.

Kreatin Fosfokinaz

         Kasların çalışmasında etkin olan enzimdir.kreatin, kasın önemli bir yapıtaşı olup Arginin ve glisinden edilir.

Proteaz ve Fosfataz

    Metabolizma işlevinde etkin olan diğer hidrolazlar  sınıfından enzimlerdir.        

Nükleotidaz

         Nükleik asitlerin oluşumunda etkinlik gösterirler. Nükleik asitler, hayatın anahtar molekülü sayılırlar; genetik bilgileri içerirler ve protein biyosentezine doğrudan katılırlar.     

Bradikininaz

         Bağışıklık sistemi üzerinde etkin olan enzimdir.Bradikinin hormon etkisi gösteren madde-barsak sistemi(gastrointestinal kanal) peptidlerdendir. Bradikinin çok etkin bir damar genişletici bir maddedir ve dolayısıyla tansiyon düşürücüdür.. kanın pıhtılaşması esnasında bradikin açığa çıkar.   

VİTAMİNLER

         Vitaminler, insan tarafından üretilmeyen ancak normal hücrenin yaşamını sürdürebilmesi, büyümesi için gereksinim duyulan ve eser miktarda alınarak bu etkinliği gösterebilen küçük moleküllerdir. Enerji vermezler fakat enerji değişmesi besin maddelerinin metabolizmasının düzenlenmesinde etkin olarak fonksiyon gösterirler. Yaklaşık olarak 20 değişik vitamin bilinmektedir; her birisinin ana metabolizmada spesifik fonksiyonu vardır ve bu fonksiyon başkasıyla karşılanamaz. Önemli olan bir diğer husus da vitaminlerin gereksinim ve etkilerinde birbirlerine bağımlılık göstermeleridir.

         Vitamin gereksinimlerini yaş cinsiyet ve başka değişik nedenlere göre değişir. Ereklerin kadınlara göre daha fazla vitaminlere gereksinimi vardır. Yaş faktörlerine göre vitamin gereksiniminin değiştiğine dair güvenilir veriler yoktur, ancak gereksiz ve yanlış tüketim, depolama gibi nedenlere bağlı gereksinimin değiştiği düşünülmektedir. Stresli yaşam, alkol kullanımı, hastalık gibi faktörlerde gereksinimi üzerinde etkindirler. 

         Organizmanın yaşamını sağlıklı bir şekilde sürdürebilmesi için vitaminlerin gereksinim duyduğu miktarlarda alınması zorunludur, yetersizliği ya da organizmada fazlaca birikimi önemli boyutta sağlık problemlerine neden olur.

Vitamin Yetersizliği

         Normal bir beslenme ile yaşamını sürdüren bir organizmada vitamin yetersizliği söz konusu olamaz, bu sonuç daime tek türlü beslenmenin bir sonucudur. Vitamin, besin maddelerinden gereksinim duyulan miktarın sağlanması öncellikle kan dolaşımındaki miktarının azalmasıyla başlar, hücredeki vitamin düzeyi düşer ve de kendisi ile ilgili metabolik olaylar azalır ve bozulur. Bu etki ve yıkımlar zaman içinde ve farklı sonuçlarla kendini gösterir, bu değişiklikler organizmadaki unsurların vitaminlere olan hassasiyeti ile ilgilidir.

Vitamin Fazlalığı

         Vitaminlerin faz<la miktarda vücutta depolanması da metabolizmaya zarar verebilmektedir.örneğin; yağda çözünen A,E ve D vitaminlerinden organizmanın gereksiniminden fazla alınırsa karaciğerde depo edilir ve zamanla fazla miktarda A vitamini karaciğeri yıkabilir.

Bitkilerde Vitaminler

         Bitkilerde vitaminler ya oldukları gibi yada provitaminler (ön vitamin) şeklinde bulunurlar. Provitaminler, metabolizmada vitaminlere dönüştürülebilen organik birleşiklerdir.

         Bitkiler, basit bileşenlerden yani uygun karbon, azot, mineral ve enerji kaynaklarından ihtiyaç duyulan tüm maddeleri sentezleyebilir ve böylece insan ve hayvanlar için vitamin kaynağı olurlar. İnsanlar ve etle beslenen hayvanlar içinde ikinci bir vitamin kaynağı hayvanların bazı organlarında depo edinen vitaminlerin besin maddesi olarak alınmasıdır.(balık yağı, süt, yumurta, karaciğer). İnsan organizmasında da vitamin depoları vardır ancak eser miktarda etki gösteren vitaminler bir taraftan da bozulurlar, bu nedenle besinlerle sürekli vitamin alınması gerekir.

         Günümüzde tüm besin maddelerindeki vitamin miktarları hakkında bilgimiz olduğu gibi, en önemli vitaminlerde teknik yollardan sentetik olarak üretilebildiğinden ilaç şeklinde istenildiği kadar vitamin almak elimizdedir.

Piyasada  bu şekilde bir tek vitamini yada karışım halindeki bir çok vitaminleri içeren bazı ilaçlar bulunmaktadır. Ancak bu noktada içerdikleri vitamin miktarlarına ve de doğal alımla mukayese edilmeyecek oranda değer kaybı olduğuna önemle dikkat çekilmelidir.

         Çağımız bitki çağıdır. Muhtemelen bitkisel ürünlere ilgimizin ana nedeni “önleyici tıbba” olan zorunlu yaklaşımıdır. Modern çağın insanı artık yaşam tarzının ve beslenme şeklinin hastalıkları önlemede etkin olduğu bilinmektedir. Sentetik yaklaşımlardan tamamen uzak, çevre dostu bir yaşam tarzıyla bitkilerin artan kabulü optimum sağlığın geliştirilmesinde önemli bir yol oynayabilir.vitaminler bu değişen anlayıştan nasibini almış,sentezlendikleri yegane kaynaklar olan bitkiler arasında, önem kazandırma yönünde etkin bir rol oynamaya başlamışlardır.  

Yağda çözünen  Vitaminler

         Bitkisel ve hayvansal yağlarda bulunan A,E;D ve K vitaminleridir. Bileşimlerinde sadece karbon (C)hidrojen (H) ve oksijen (O) vardır.ısı ve yükseltgenme işlemlerine bir kısmı dayanıklı ise de bir kısmı çok duyarlıdır.

         Bu vitaminlerin vücut kimyasındaki dengesi son derece önemlidir. Eksiklikleri kadar fazla depolanmaları da ciddi klinik tablolar oluşturur.

         B Karoten (A Vitamini)

         Bitkisel gıdalara da bulunan provitamin şeklidir. Karaciğer, yağlı peynir, süt yağı, yumurta sarısı, deniz ürünleri, ıspanak, havuç, kayısı, biber ve şeftali en ,iyi kaynaklarından olan A vitamini turuncu renkli bir pigmenttir.

         Bitki kimyasında zengin konsantrede bulunan B Karoten provitamin şeklidir.karotenler antioksidan maddelerdir. Akciğer ,mide, yemek borusu, gırtlak be idrar kesesi gibi bir çok tümörün oluşumunu engeller. Ayrıca bağışıklık sitemini uyarırlar ve vücudumuzun savuma mekanizmasına yardımcı olurlar. Kaynaklarından besin maddesi olarak alındığında , organizmada bağırsak çepelinden emilirken ortadan bölünüp su katılmasıyla vitamin A şekline dönüşürler. bu şekilde organizmaya giren A vitamini kan akımı ile karaciğere gider ve orada nispeten büyük miktarda depo edilir. (0.2 – 2.0 mmol/G ) kanda az miktarda serbest halde dolaşabilmektedir.

         Bu vitamin göz sağlığının korunmasında ve tedavisinin sağlanmasında etkinlik göstermektedir. Göze zarar veren UV ışınlarının tutulması ve diğer zarar veren etmenleri dezenfekte etmesi zamanla gözlenir. Sadece birkaç damla suyla göz sakinleşir, görme iyileşir ve stabilize edilir.

         Gen ifadesi ve  doku  farklılaşmasını düzenleme üzerine de etkili olan bir vitamindir. Dolayısıyla büyüme ve dokuların sağlığını koruma ile ilgili hastalıkların oluşmasına karşın organizmaya direnç kazandırmaktadır.

         A Vitamini sürekli besim maddeleri ile alınmalıdır. Aksi taktirde, organizmada eksikliği görülebilir ve başlangıçtaki gereksinim karaciğerden sağlanabilinir. Ancak zamanla eksiklik düşük kan düzeyleri ile kendini gösteriri, klinik problemlere yol açacak şekilde sonuç verir. Görme fonksiyonu üzerindeki azalma “gece körlüğü” (keratomalazi,kseroftalmi) oluşur ve daha sonra gözün epitel dokusu üzerinde nasırlaşma başlar.bu hastalıktan dolayı A vitaminine “epitel koruma vitamini” (axeroftol) adı verilir. Ayrıca eksikliği tüberküloza ve diğer enfeksiyonlara karşı genel bir dayanıksızlık doğurmaktadır. Hayvanlar üzerinde denemeler, eksikliğinin büyümesinin durmasına neden olduğunu göstermiştir.

         A Vitamini aşırı alınırsa toksiktir. Yağda çözünen bileşiklerden olduğu için yağ doku ve bir çok hücrenin lipit bileşenleri içinde bol miktarda depolanabilirler ve zamanla bu ürünler toksisiteyi oluşturur. “A Vitamini toksisitesi” uyuşuklu,karın ağrısı,baş ağrısı,aşırı terleme ve kolay kırılan tırnaklara enden olur.

         Tokoferol (Vitamin E)

         Tokoferol E vitaminin en aktif şeklidir. E vitamini doğada sadece bitkilerin bileşiminde bulunduğundan bitkisel gıdalar tek kaynağıdır. Bitkisel yağlar, yumurta, çavdar, arpa ve fındık, ceviz gibi kuruyemişlerden alınabilir.

Çiğ ve işlem görmüş gıdalardaki düzeyi uygulanan  işleme göre değişir.

         Bitkilerde bulunan tokoferoller kimyasal yapı olarak birbirlerine çok benzerler ve antioksidan maddelerdir. Bu özelliğin en önemli fonksiyonu kolayca oksitlenebilir(tokokinon) olmalarıdır, doymamış maddelerinin kendiliğinden oktidasyonunu önlerler. Özellikle membran lipitlerinde bulunan yüksek ortanda doymamış yağ asitlerinin  peroksit oluşturmasını engelleyerek zararlı oluşumların gerçekleşmesini önler.

         E Vitamini A vitamininin  emilmesini ve depolanmasını kolaylaştırır.normal üreme fonksiyonu için gereklidir. Kas bütünlüğünü sağlanmasında etkindir.

         Organizma için gereksinim duyulan E vitamini miktarı özellikle beslenme şekline bağlı olarak değişir. Doymamış yağ asitleri ağırlıklı beslenme gereksinimini arttırmakta iken selenyumca zengin beslenme gereksinimini kompanse eder. İnsan organizmasındaki yetersizliği, kısırlık, düşük riskinde artma, kas yoğunluğu, kas zayıflığı gibi rahatsızlıklara neden olabilir.

         Suda Çözünen Vitaminler

         Hayvansal veya bitkisel organizmaların sulu özütlerinde bulunurlar.B Grubu vitaminleri ve C vitamini bu gruptadır. Suda çözünen vitaminler yağda çözünmezler. Önemli bir kısmı;karbon (C) hidrojen (H), oksijen (O) azot (N) ve kükürt (S) elementlerinden, bir bölümü yalnız C,H ve O den oluşmuştur.

         C Vitamini (Askorbik Asit)

         Organizmanın en çok gereksinim duyduğu vitamindir, bunun sebebi bilinmemektedir. Bu kadar önem arz etmesinin yanı sıra insan vücudunun askorbik asit yapmaması ve de fazlasının vücutta depolanamadan atılması gereksinimini karşılayabilmek için besin maddesi olarak sürekli alınmasını gerektirir. Günlük alınamsı gereken miktar, yaş, sosyo, ekonomik durum ve yaşam tarzına bağlı olarak değişmektedir, rtalama olarak 40-60 mg alımı önerilmektedir.

         Bitkisel kaynaklı yiyecekli zengin kaynaklıdır. Sebzeler ,lahana, domates, biber brokoli, ıspanak, pazı, maydanoz ve meyveler hint kirazı, kuş burnu, çilek ve turunçgiller askorbik asit içermektedirler. Hayvansal kaynaklı yiyecekler ise (böbrek ve anne sütü hariç) vitaminden fakirdirler.

         Askorbik asit A Vitamini gibi antioksidan bir vitamin olmakla birlikte bağışıklık sistemi üzerine de etkin bir vitamindir. Bağ dokunun başlıca yapısal proteine olan kolejenin üretiminde etkindir, diş ve kemik yapısı başta olmak üzere tüm vücudumuz için gerekli olan bir vitamindir. Bu nedenle de zedelenme ve yaralanmada önemli işlevi vardır. Besin maddelerinin kullanımında (demir fosfat gibi) önemli faktördür. Stresle mücadelede özellikle etkindir.

         Askorbik asit bir çok fonksiyonda etkin rol oynadığından yetersiz belirtileri spesifik olarak görülmektedir; halsizlik,iştah kaybı, kemiklerde,kas ve eklemlerde ağrı, yaraların iyileşmesinde gecikme gibi durumlar görülür. İleri derecede eksik,iğinde deri altında ve kaslarda kanamalar, şişmeler olur, diş eti enfeksiyonları ve dişlerin gevşemesi görülür. Saç folikülleri etrafında sertlikler oluşur. Kolejen dokunun destek görememesinin sürekliliği, eskiden deniz yolcularının korkulu rüyası olan “skorbüt” hastalığına neden olur.

         Tazelik değeri olan pişirilmemiş besinler ya da pişirilme özelliklerine edilerek pişirilen besinlerde (yeter ısıda, kendi suyuyla pişme) askorbik asit gibi ısıdan etkilenen vitaminler değerinden fazla kaybetmeden korunabilir. Kaynatılan besinler askorbik asitlerinin beşte dördüne kadar varan miktarlarını suya vererek kaybederler. Sebze ve meyvelerde ise kesilmiş ve zedelenmiş kısımlar hızla oksidasyona uğramaya başlarlar, bu nedenle mümkünse kesmeden kullanım tercih edilmeli, kesildi ise de hemen sonra yenmeli, uzun süre saklanmamalıdır.

         Hayati fonksiyonlarda etkin rol oynayan bu vitaminin korkunç tablolarına maruz kalınmaması için gıda sanayi sentetik askorbik asit kullanımı ile zengin içecekler, besinler elde etmekte, pek çok çeşidi insanlığın hizmetine sunmaktadır. Ancak burada doğal kaynaklı vitaminlerle sentetik vitaminlerine  aynı bileşimine de aynı biyolojik faaliyete sahip olmadığını özenle hatırlatmak gerekir.

         Ve askorbik asit hiçbir kayba uğramayan özel bir bileşimle, ilk günkü tazeliği ile insan metabozlimasına hayat veriyor.

         B Grubu  Vitaminleri ve Stres 

         Stres, çağımızın rahatsızlığı ve pek çok klinik tablonun da nedeni hatta medeniyetin getirdiği bir çıkmaz sokaktır. Mücadele için pek çok yöntem önerilmekte, bu alanda pek çok iş dalı kurulmaktadır. Başaranlar ve başaramayanlar var elbette, strese yenilip alkolizmin, sigaranın kölesi olanlar ve kaçınılmaz son ölümcül hastalıklara yakalananlar… Peki, doğadan uzak standart yaşam tarzının ve doğadan uzak beslenme alışkanlıklarımızın hediyesi olan  stres gerçekten hayatımızın çıkmaz sokağı mıdır ?

         İşte stresle mücadelede askorbik aside destek veren bir diğer güçlü vitamin grubu… Bir arada ve düzenli beslenme alışkanlığımız halini aldığında yaşamı tamamlanması gereken bir görev halinden çıkarıp, bir senfoni haline getirmemize yardımcı olan büyük güçlerdir. Bireysel olarak artı etkilerini de oluşturduklarında fiziksel ve ruhsal sağlığımızı koruma yolunda önemle destek verirler.

         Tiamin (Vitamin B)

         B1 vitamini hayvansal ve bitkisel her ikisinden de, kısmen serbest kısmen birleşmiş olarak kompleks halde bulunurlar. Bütün tahıl ürünlerinde, kuru baklagillerde, fındık, fıstık, ceviz gibi yağlı tohumlarda,yürek, böbrek, karaciğer gibi sakatatlarda bulunur. Vitamine olan gereksinim bütün yaş grupları için alınan besin kalori miktarı (enerji) ve karbonhidtar ile doğru orantılıdır. Genel olarak erişkinlerde günde 1 mg’ın altında alınmalıdır.

         Sinir sistemi sağlığında önemli rol oynar, yetersizliğinde sinir sistemi fonksiyonları bozulur. Kas hücrelerinin fonksiyonlarını yerine getirebilmeleri için gereken enerji sağlanmalıdır, aksi taktide sindirim ve diğer işlemler yerine getirilemez. Yetersizliğin de mide-bağırsak kanalında (gastro intesinal kanalda ) bozukluklar, ülser problemleri bunun sonucunda da dilde ve dudaklarda acı, depresyon ve sinirlilik görülür. Kalp ve öteki dokularda ödem oluşur, kalp yetmezliği ve çarpıntılar oluşur. İleri derecede de eksikliği, el ve ayaklarda sancı, karıncalanma, desteksiz oturup kalkamama gibi belirtiler oluşur, bu hastalık “beri beri hastalığıdır.

         Riboflavin (Vitamin B2)

         Proteince de zengin kaynaklarda, (karaciğer ,böbrek), süt ve ürünlerinde (peynir, yoğurt) ve de yumurta ,kuru baklagiller, yeşil yapraklı sebzeler ve bira mayasında bulunmaktadır. Riboflavin için günlük önerilen miktar yetişkinler için 1.2-1.7 mg’dır. Vitamine duyulan gereksinim alınan enerji ve proteinle orantılıdır. Riboflavin en iyi şekilde pridoksin (B6),C vitamini ve niasinle birlikte çalışır.

         Temel fonksiyonu, diğer maddelerle karbonhidratın, yağların ve proteinlerin enerji üretimi için etkin rol oynamasıdır. Antioksidan özelliğe sahiptir. Göz ve cilt sağlığını korumada etkindir. Yetersizliğinde, kolajen üretiminin sürekliliği bozulur,derinin yıkımı başlar; yüzde dudakta kurumalar,çatlamalar,göz kenarında yaralanmalar,iltihaplanmalar görülür.

         Niasin (B3 Vitamini)

         Bitki ve hayvan dokularında yaygın olarak bulunur, kalın bağırsaklarda üretilseler de kullanılamazlar. Yer fıstığı, patates, çikolata ve kahve zengin kaynaklarındandır. Esansiyel aminoasitlerden olan Triptofan dan oluşturulabilir. Triptofanca eksik beslenme sonucunda vitaminin yetersizliği oluşabilir. Enerji üretiminde etkin rol oynar. Isıya dirençli olduğundan besinler pişirildiğinde yıkıma uğramaz. Yetişkinler için günlük ortalama gereksinim 20 mg kadardır.

         İnsanlarda niasin yetersizliği,deride, sinir ve sindirim sisteminde değişmelere neden olur. Deride güneş gören bölgeler daha etkin olarak değişir,sinir sistemindeki değişme ise ishal (diyare) sonuçları ile kendini gösterir. Bu oluşumlar “pelegra hastalığı” olarak tanımlanır. Büyüme çağında önem arz eder, eksikliğinde çocuklarda büyüme durur.

         Pantotenik Asit (Vitamin B5)

         Vitamin B5 birçok hayvansal ve bitkisel besinlerinde bulunduğundan Pantotenik asit adını almıştır. Yeşil yapraklı bitkiler bu vitamini üreterek tohumlarında depolar, tüm tahıllarda bulunur. Pantotenik asit diğer B vitaminleri gibi kendi başına fonksiyon yapmaz

         Organizmanın ve derinin gelişmesi, hastalıklardan korunması gibi metabolik fonksiyonlarda rolü vardır. Gereksinim miktarı yetişkinler için 5-10 mg önerilmektedir. Ancak besin maddelerinin işlenmesi sırasında ısı etkisi ile önemli bir miktarı kaybolduğundan daha fazla miktarda alım önerilmektedir. Bütün besin maddelerinde bulunduğu için yetersizliğine de pek rastlanmamaktadır.deneysel yetersizliği çalışmalarında , mide bulantısı kusma,kas kasılmaları görülmüştür. Daha ileri safhalarda   hafıza kaybı ve  ayaklarda karıncalanmalar, deride ve saç dersisinde değişikler saptanmıştır.

Pridoksin (B6 Vitamini)

Avrupa’da daha çok “Adermin olarak bilinir” vitamin B6’nın 3 şekli vardır; pridoksin,pridoksal, pridoksamin formudur.günlük gereksinim yetişkinler için 2 mg kadardır. Besin maddelerinde yaygın olarak bulunmaktadır. En zengin kaynakları balık, sakatatlar (karaciğer,böbrek) patates, erik, kuru üzüm,avakado, mayalı hamur ve muzda bulunur. İnsanda vitamin yetersizliği görülebilmekte ancak tipik bir rahatsızlığa neden olmamaktadır.ısı ve ışıktan etkilendiği için, besin maddeleri pişirilirken önemli derecede kayba uğramaktadır. Bu nedenle gereksiniminden fazla alımı gerekmektedir. Yetersizliğinde sinir sisteminde bozukluklar, deride, gözde ve ağızda iltihaplanmalar görülür. Ayrıca, erkeklerde kolesterol artmasına ve damar tıkanıklığına neden olur.

Folik Asit (B9 Vitamini)

B2 Vitaminin kompleksinin bir komponentidir.hayvan organizmalarında ve özellikle yeşil yapraklı sebzelerde bulunur.

Folik asit Amerika Birleşik devletlerinde hem erekler, hem kadınlar arasında bir numaralı ölüm nedeni olan kalp hastalığı için, vücutta bulunan bir aminoasit olan hemosistenin normal düzeylerini korumaya yardım ederek önler. Harward Tıp Fakültesinde yürütülen bir çalışmaya göre, az miktarda yükselmiş hemosistenim düzeylerine sahip erkekler, daha düşük düzeylere göre kalp krizi geçirmeye 3 kez daha yakındır. Folik asit açısından zengin bir besinle beslenmek kalp krizi geçirme riskimiz olmasa bile önlem alma açısından akıllıca olacaktır.

Folik asit mikroorganizmalar için büyüme maddesi olarak keşfedilmiştir. Hücrede önemli metabolik olaylarda rol alır. Kemik iliğinde eritrosit ve lökositlerin oluşumu ve olgunlaşmasında etkindir. Yetersizliğinde kırmızı kan hücreleri olumsuz yönde etkilenir ve bir tip anemiye “leggaloblastik anemi” neden olur ısıdan ve ışıktan etkilenen vitamin besinlerin yanlış saklanması ve hazırlanmasından, tekrarlanan ısıtma işlemlerinden etkilenerek büyük miktarlarda kayıplara uğrar halsizlik, nefes darlığı,ciltte soluk renk spesifik olmayan belirtilerindendir. Bu belirtiler B12 yetersizliğinden kaynaklanan anemi sonucunda da oluşan belirtilerdir.

         Kobolamin (Vitamin B12)

         Diğer vitaminlerden en büyük farkı kobalt minareli içermesindir. En iyi kaynakları hayvan ve organlarıdır (karaciğer, böbrek,vs.). balık süt ve ürünleri, yumurta diğer vitamince zengin yiyeceklerdir. Bitkisel gıdalarda çok nadir bulunabilir, örneğin en iyi kaynağı alglerdir.ancak bu bitkilerden elde edinen vitamin biyolojik yararlığı tartışmalıdır. Bu noktada vitamin yararlanırına dikkat çekilmelidir.

         Vitamin vücutta önemli rol oynar. Kan hücrelerinin (hemoglobin) oluşumu ve olgunlaşmasında, bazı temel metabolik olaylarda (protein ve yağın metabolize olması gibi) ve de sindirim ve sinir sisteminin sağlıklı yaşamı için son derece önemlidir.

         Kobalamin gereksinimi normal erişkinlerde 2-3 ug kadardır.hiçbir hayvansal yiyecek almayan vejeteryanlar başta olmak üzere insanlarda eksikliğine rastlanmaktadır.bu önemli vitaminin eksikliği bütün yaşlılarda şiddetli zihinsel güçlüğe neden olduğu için kısa süre önce “beyin vitamini” olarak anılmaya başlandı. Gerçekte 60 yaşın üzerindekilerin %10 unun bu vitamin düzeyleri düşüktür ve sonuçlar yıkıcı olabilir. Yetersizliği ile  bir tip anemi de oluşmaktadır, “persnisiyöz anemi” halsizlik, nefes darlığı solgun cilt, çarpıntı, bacaklarda duyu azalması, uyuşma, ağrılar belirtilerindendir. Sindirim sistemi hastalıklarına da neden olabilmektedir. Ayrıca yetersizliği santral sindirim sistemini olumsuz yönde etkilemektedir, bazı nörolojik bozuklukların oluşumuna neden olduğu saptanmıştır.

         Psodovitaminler (vitamin Gibi Olan Maddeler)

         Çeşitli besin maddelerinde bulunan, bazı özellikleri ile vitaminler grubuna giren bazı özellikleri ile de vitamin değildir denilen, özel olarak tüketilmeyen ancak yetersizliklerine bazı rahatsızlıkların oluşumunda faktör olan maddedir.Kolin (Lipotropik Faktör), bioflavanoidler, koenzim Q bu gruptan birkaç tanesidir.

         Kolin B vitamini komplekslerinde bulunmaktadır. Hayvan ve bitki dokularında dağılmış olarak bulunur. Deney hayvanlarından kolin yetmezliği,karaciğer yağlanma ve siroz ile sonuçlanmıştır. Aminoasit metabolizması enerji üretimi ve kasları geliştirmede kullanılır. Asetil-kolin formu özellikle sinir sitemi üzerinde etkilidir.

         B Grubu vitaminleri   

         Kobalamin (B12) vitamini sinir sisteminin sağlığı için olmazsa olmaz olan ve diğer pek çok önemli fonksiyonu olan vitaminlerin bulunması önemini artırmaktadır. Bu vitaminlerin organizma yararlı kullanımı kalitelerine ve de bir arada dengede bulunmalarına bağlıdır. Dengelerinin yanı sıra bitkinin metabolizmaya kazandırdıkları ile biyolojik zararlı kullanımının sağlanması insanoğlunun yaşam senfonisinde, özellikle de kendi yaşam standartlarımızı düşündüğümüzde ne derecede etkilidir? Derlediğimiz bilgilerin eşliğinde düşünmek gerekir.        

MİNERALLER (ORGANİK ELEMENTLER VE TUZLARI)

         Sağlıklı bir yaşam için bazı anorganik element ve iyonların belirli miktarlarda bulunması gereklidir.zorunlu  olan ve düzenli bir şekilde tüketilmesi gereken otuz kadar mineral ve kimyasal madde vardır. Bunların bir çoğu birlikte çalışır ve işlevlerini yerine getirmek için birbirine bağımlıdırlar.

         Minareler, biyolojik değerlenmeye göre; asal elementler ve istenmeyen veya son derece zararlı olan elementler olarak ayrılırlar.asal elementler organizma tarafından çok miktarda gereksinmesi duyulan, enzim-hormon vitaminlerinin bileşenleri olarak bulunan dirimlik faktörlerdir.Organizmada emilim ,sindirim ve bazı metabolik fonksiyonlarda önemli rol oynar. Kemikler ve dişlerin oluşumunda etkindirler. Vücuda zararlı olan elementlerde başta kurşun ve cıva olmak üzere bir dizi elementlerdir, radyoaktif elementlerde bu sınıftadır.

         Mineraller insan vücudunda bulundukları miktarlara göre de “makro ve mikro” elementler olarak sınıflandırırlar. İnsan vücudunda en fazla oksijen bulunmaktadır, bu durum vücudum 2/3 sinin sudan ibaret olmasından ileri gelmektedir dolayısıyla hidrojen yüzdesi de yüksektir. Azot vücutta serbest halde  bulunan diğer elementtir. Karbon ve azot fazlalığı da organizma dokularının temel olarak oluşumunu sağlamalarından gelmektedir.

         İnsan organizmasında Mineral Bütçesinin Önemi

         Mineraller beslenmenin vazgeçilmez unsurlarıdır. Bunlardan her birinin görevi bir diğerininki ile ilgilidir. Örneğin kemik ve dişlerin oluşumunda kalsiyum, fosforun arasında belirgin bir ilişki vardır. Bakır demirin kullanmasını katalizler ve kan oluşumunda kobalt her ikisinide etkiler.

         Minarelerin organizmadaki bütçeleri önemli bir nokta da diğer maddelerden faklılık göstermektedir; Proteinler,

 Karbonhidratlar ve yağların aksine mineraller organizmada ne üretilirler nede tüketilirler. Besinler ile alınması ancak kaba  sınırlar içinde ayarlanabilinir. Bununla beraber boşaltım işlevinin düzenleyici etkisiyle birlikte vücut sıvılarındaki konsantrasyonları ayarlayabilmekte ve bir “iç ortam” oluşturabilmektedirler. Bu durum bile insanlarda mineral bütçesindeki bozuklukların (elektrolit bütçesi bozuklukları) görülmesini engelleyemez.

Kalsiyum

         Besinlerde çok az bulunan kalsiyumun başlıca kaynakları süt ve süt ürünleri, yeşil yapraklı sebzeler, tahıllar, yumurta,portakal, limon ve balıktır.fakat bazı sebzelerde olduğu gibi çözünmeyen tuzları halinde bulunan kalsiyumun tamamının metabolizma tarafından emilimi gerçekleşmez

         Oysa element vücudumuzun en fazla gereksinim duyduğu elementlerdir. Yeşillikler için günlük gereksinim 800-1000 mg kadardır. Kalsiyumun ortalama %99 dişlerdedir. Diğer bir mineral fosforun %80 ide kemik ve dişlerdedir. Kemik ve dişlerde kalsiyum fosfat depo edilmektedir ve bunun gelişimiyle kemik kristalleri meydana gelir.kalsiyum sinir sistemindeki iletişiminde ve kasların uyarılmasında büyük rol oynamaktadır, bu nedenle kandaki düzeyi belirli düzeyde tutulmalıdır. Bu düzeyin altında ;solunum kasları da dahil tüm kaslarda kasılmalar, kramplar ve ölüm oluşur. Bu düzeyin üzerine çıkıldığında ise beyin fonksiyonlarının azalması, koma ve ölüm gerçekleşir. Ayrıca kalsiyum kanın pıhtılaşmasında yardımcı madde olarak işlem yapar, hücre çeperindeki sıvı geçişinde ve bazı enzim aktivasyonlarında önemli rol oynar.

         Uzun süreli kalsiyum eksikliğinde saç dökülmesine diş ve kemik hastalıklarına (raşitizm, osteoporoz) rastlanmaktadır. Kalsiyum vücudumuzun mimarisinin vazgeçilmez unsurudur.

Fosfor

         Besin maddelerinde yaygın olarak bulunabilen bu mineralin başlıca kaynakları süt ve süt ürünleri, yağsız et, proteinden zengin kaynaklar, kuru baklagiller, tahıllar, balık ve tavuktur. Bitkisel kaynaklı besin maddelerinde mineralin biyolojik olarak yararlanımı azalır, çinko, demir, kalsiyum gibi minerallerle bağlanır.

         Yetişkin insanlar için gereksinim duyulan miktar kalsiyumla aynı olup 800-1000 mg kadardır. Bu iki mineralin kaynakları aynıdır ve kalsiyum yeter miktarda alındığında fosfor gereksinimini de karşılamış olur. Vücuttaki %80-90’ı kemik ve diş yapısında kalsiyumla beraber etkinlik gösterir. Ayrıca mineral, hücre yapısı ve fonksiyonlarında, enerji üretiminde, dokuların kendini yenilemesinde rol oynamaktadır.

         Mineralin yetersizliği normal bir beslenmede pek görülmez. Ancak bazı rahatsızlıklarda fonksiyonelliğini yitirmektedir; mide-bağırsak kanalındaki bir rahatsızlık mineralin emilimini düşürmekte, kemik hastalıklarında (raşitizm, osteopoz) da kalsiyumla oranı değişmektedir.

         Vücudum makro düzeyde gereksin,im duyduğu bu elementleri, önem taşıyan birbiri ile orantılı alımı ve bağırsaktan maksimum emilimine destek verebilmektedir.

Magnezyum

         Bir çok besin maddesinde yaygın olarak bulunur, patates, kuru yemişler, tahıllar, kuru sebze ve meyveler, esmer pirinç ve etler, çikolata zengin kaynaklarındandır.

         Günlük gereksinim duyulan miktar yetişkinler için 200-500 mg dır.organizmada pek çok metabolik fonksiyonda özellikle enerji ile ilgili reaksiyonlarda (ATP kapsayan reaksiyonlarda) zorunlu olarak rol almasından dolayı en küçük bir yetersizliği ciddi rahatsızlıklara neden olmaktadır. Magnezyum aynı zamanda santral sinir sisteminde etkilidir, yüksek konsantrasyonları deprasan etkilidir, hipotansiyona neden olur, kalp hızını azaltır ve nihayetinde kalp durur. Yetersizliğinde, yorgunluk, uyuşukluk, sitem dışı titremeler, saç ve tırnaklarda kırılganlık görülmektedir.

Sodyum ve Potasyum

         Sodyum mineralinin ana kaynağı olan softa tuzu (NaCI) dur ve değişik oranlarda pek çok besin maddesinde bulunmaktadır; et, süt, yumurta, yeşil yapraklı sebzeler, konserve yiyecekler, bira, ekmek, kek ve bisküviler. Günlük gereksinim yetişkin bir insan için 1600 mg kadardır. Potasyum minerali de doğal olarak bütün gıdalarda bulunmaktadır; patates, baklagiller, sebze ve meyveler, kuru yemişler.günlük gereksinim yetişkin bir insanda 3500 mg kadardır. Bu iki mineralinde, özel sorunlar haricinde beslenme yeterliğine pek rastlanmaz.

         Sodyum ve potasyum vücut sıvısının temel iyonlarıdır. Sodyum başlıca hücre dışı sıvıda yoğundur, oysa potasyum bir çok enzimatik sürecin sinir sistemndek,i iletimin ve kasın çalışma için zorunlu olduğu hücre içinde yoğun bulunur. Hücre dışında soydu, hücre içinde de potasyumu yüksek düzeyde tutan mekanizma hücrenin devamlılığını sağlamaktadır.

         Bitkilerde potasyum sodyumdan fazla bulunur; sodyum ve potasyum miktarlarına dikkat ediniz; Bunun nedeni potasyum iyonlarının kolayca toprak tarafından emilirken, sodyum tuzlarının yağmurlar tarafından denizlere taşınmasıdır. Bitkiler topraktan aldıkları potasyumu organik asitlerle tuz olarak taşırlar. Bitkisel beslenme ile de sağlıklı bir şekilde metabolizmadaki dengeye yardımcı olurlar.

Demir

         Yaşam ,için zorunlu elementlerdir, oksijenin kandan dokulara taşınabilmesi için  demirlere bağlanması gerekir. Vücutta toplam olarak 2.5-4 g bulunan demirin %70 i kırmızı  kan hücrelerinde (hemoglobin hem-kısmı) %5i de kasların myoglobin bölümünde bulunur, Geri kalan %25 kadar kısmı da dolaşımda bulunmaktadır. Demir kolaylıkla değer değiştirebildiğinden metabolizmada oksidasyona ve enerji reaksiyonlarında etkilidir. Demirin metabolizmada okside edici gücü dolayısıyla da zarar verici etkisi demiri taşıyan proteinin  veya diğer antioksidanların varlığı ile engellenir. Kontrol edilemediği zaman çok aktif serbest radikallere çevrilerek hücresel zararlara neden olabilirler;hücrelerin yaşlanması veya ölmesi gerçekleşebilir; bu normal hücre yaşlanması olmasına rağmen bu tip oksidasyonlar hücrenin erken yaşlanmasına neden olur. Demir bağışıklık sistemi üzerinde de etkilidir. Tahıllar, kuru yemişler, yeşil yapraklı sebzelerde bulunmaktadır.

         Demirin, bir çok besin maddesinde bulunmasına rağmen organizma tarafından kullanıldığı çok düşüktür. Hayati önem taşıyan demir besin maddelerinde “hem ve nonhem demir” olarak iki form da değerlendirilmektedir. En fonksiyonel demir hayvansal kaynakların bir kısmında bulunan hem formudur; kimyasal yapısından dolayı, kolayca oksijenle birlikte vücutta yüklenir ve boşaltılabilinir, fakat araştırmalar %10-30 unun metabolizmada emildiğinden %80 kadar kısmının atıldığını göstermiştir. Tahıllar da , sebzelerde ve hayvan kaynaklı yiyeceklerin bir kısmında bulunan nonhem demirinin emilimi besin maddelerindeki diğer bileşimlerin mevcudiyetine bağlıdır. Ispanakta, tahıllar da meyvelerde  ve yumurtada bazı maddelere bağlı olan demir, suda çözülmez, sindirilemez ve atılır. Çay ve kahve alımı da nonhem demir emilimini olumsuz etkiler.

         Peki insan vücudu için gereksinim duyulan demir  miktarı karşılanmazsa neler olur ? besinsel demir eksikliği kansızlığa (demir eksikliği anemisi)neden olur. Erkeklerde demir gereksinimi kan kaybetmelerde, bağırsak kanaması gibi durumlarda kendini gösterir. Kadın ve çocukların ise demire ihtiyacı yoktur. Kadınların hamilelik döneminde gereksinimleri artar ve menstruasyon kanamaları döneminde demir kaybettiklerinden demir eksikliği kolayca ortaya çıkabilir.

         Bitkisel kaynaklı besin maddelerinden demirin kullanıldığı en iyi olanın sadece soya fasulyesi olduğu bilinmekteydi bugüne kadar peki ya bitki öz suyunda nonhem demirinin sürekli ve  düzenli alımı fonksiyel kullanımı arttırmakta ve gereksinim duyulan miktarda kullanıma yardımcı olabilmektedir.böylece bağışıklık sisteminin gülü bir oksidatif madde olan demirle zarar görmesi engellenmiş ve hücrelerin yaşlanmasına karşı savaşta metabolizmaya destek ver,ilmesi sağlanmış olur.

Bakır

         Bakır bütün doğal besinlerde bulunur. En zengin kaynakları hayvansal gıdalardır. Bitkisel kaynakları ise  kuruyemişler, kuru baklagiller ve tahıllardır. Ancak organizma tarafından alınan bensin maddelerinin posası bitkisel kaynaklı  bakırın alımını azaltır.

         Bakır hemoglobin oluşumunda etkindir, kan hücresine oksijen taşıyıcısı olarak hareket eder. Birçok enzimlerin reaksiyonlarında dirimsel trol oynar. Ayrıca protein yapılarında fonksiyonel rol oynar ; bakır taşıyan protein (lisil oksidaz)elastin ve kollojenin çapraz bağlarının oluşumuna yardımcıdır. Bu şekilde kan damarlarının bağ dokusuyla devamlılığı sağlanmış olur.

         Günlük gereksinim duyulan miktar yetişkinler için 1-3 mg dır. Yetersizliğine pek sık rastlanmamakla birlikte, yetersizliğinde bağışıklık sistem etkilenir ve genetik hastalıklar görülür; Wilson hastalığı ve Mankes sendromu. Metabolizmaya fazlaca bakır yüklendiğinde ise “bakır depolama hastalığı oluşur; safra kesesi ve barsak yardımı ile büyük miktarların dışarı atılımı başarılamadığından bakır birikimi oluşur, beyinde karaciğerlerde, gözlerde ve diğer organlarda birikir ve organlara zarar verir.

Mangez

         İnsan veya hayvan dokusunda pek az miktarda bulunur, karaciğer, pankreas ve saçlardadır insanlar için gereksinim duyulan miktarın pek az olduğu da aşikardır ve fazlasının da zehir etkisi vardır.

          En zengin kaynakları bitkisel besin maddeleridir. Yapraklı sebzeler, tahıllar, kuru baklagiller, kuru yemişlerdir. İnsanlar manganezin çoğunu ay ve kahveden alırlar. Hayvansal gıdalar mineralce fakirdir. İnsanlarda yetersizliği dengeli beslenmenin sağlanamadığı durumlarda ortaya çıkmaktadır.

Krom

         Kan şekerini dengeler, insülinin ve hücre membranı arasında köprü görevi görmektedir hatta insülin yapısını da etkilendiği ileri sürülmektedir. Protein metabolizmasına da  yardımcı olur. Günlük gereksinim yetişkinler için 50-200 ug dır. Eksikliğinde kan şekeri düşmekle (hipogilisemi), serum kolesterol triglisereit ve açlık insülin düzeyi yükselmektedir. Diyabetlerde eksikliğine rastlanılmamaktadır.Bira mayası kuru yemişler, mantar ve şarap diğer zengin kaynaklarındandır.

Çinko

         Çinkonun deri ve bağ doku metabolizmasında özel bir yeri vardır, proteinin ve kollojenin sentezine etkindir. Saç ve deriye renk veren pigment hücrelerinde etkilidir. Enzim komponenti olarak bulunmakta (70-90 tane) ve bunlar karbonhidrat ve enerji metabolizmasında, proteinlerin sindiriminde, Nükleik asit sentezinde karbondioksit taşımasında ve diğer bir çok reaksiyonda yer alırlar.

         Günlük gereksinimini karşılayabilecek miktar yetişkinler için 10-25 mg dır, dengeli besin alınması halinde bu karşılanabilinir. Çinko yetersizliğinin en önemli belirtisi iştahsızlıktır. Geçirilen kronik bir rahatsızlık, özellikle  yaşlılık ve çocukluk döneminde iştahsızlık varsa çinko yetersizliğine rastlanabilinir. Bu durum çocukların bensel ve cinsel gelişimini olumsuz etkileyebilir yaşlılarda sıklıkla yararlandıkları için iyileşmenin gereksinimine neden olur.

         Deniz ürünleri, et, yumurta, kepekli ekmek, karaciğer, lahana ve sarımsak diğer zengin kaynaklarındandır.

KARBONHİDTARLAR

         İnsan ve hayvanlar için en önemli enerji kaynağıdır. Enerji gereksinimimizin %55-60’ının karbonhidratlardan sağlarız. Doğada en fazla bulunan organik moleküllerdir. Karbonhidratlar öncelikle “şekerler ve şekere benzemeyen polisakkaritler” olmak üzere 2 ye ayrılır.

Şekerler

         Bunlar basit şekerler (monosakkaritler) ve bileşik şekerler (olisaklkaritler) olarak iki gruba ayrılırlar. Kristalsi, az çok tatlı maddeler olup suda çözeltiler yaparlar.

Yaşamımıza tat veren bu maddelerin neler olduğunu kısaca hatırlayalım.

Glikoz; Meyvelerde ,bitki özlerinde,bal ve soğanda bulunur. Kan şekerini hemen yükseltir. Organizmada genellikle nişastanın yıkımı sırasında ortaya çıkar.

Frukoz; meyve şekeri olarak bilinir. Glikoz gibi kan şekerini yükseltmediğinden diyabetliler tarafından kullanılır. Glikozdan daha tatlıdır.

         Sakkoroz; Günlük yaşamda kullandığımız toz, kesme, pudra şekeri sakarozdan oluşmuştur.şeker pancarı ve şeker kamışından elde edilir.ayrıca incir, üzüm, hurma, havuç gibi bazı meyve ve sebzelerde de vardır. Kan şekerini çabuk yükseltir.

         Laktoz ; Süt şekeri olarak bilinir. En az tatlı olanıdır.

         Maltoz; tahıllardan elde edilir. Organizmada nişastanın yıkımında ortaya çıkar.

Polisakkaritler

         Şekere benzemeyen bu bileş,imler tatsız ve yüksek molekül ağırlığında kompleks yapılardır. Suda çözünmezler, suda dağılabilen koloidal çözelti yapar. Polisakkaritlerin yapı taşları sadece basit şekerler (monosakkaritler) değildir, bazı tüketilmiş bileşikler (amino şekerler ve üronik asitler) de vardır.

 

İnsan ve Hayvanlarda Polisakkaritler

         İnsan ve hayvan metabolizması, bitkilerde yoğunlukla bulunan polisakkaritlerden az miktarı kullanılır. Sindirim sisteminin kaldırabileceği miktar sınırlıdır, spesifik bir emilme şekliyle (pnositöz)kullanılır ve bir kez emilimi gerçekleşir, o oranda da kalır.

         Glikojen; insan ve hayvanların depo ettikleri polisakkaritir. Kas dokular ve karaciğerde depolanmaktadır ve karaciğerin glikojen içeriği beslenme durumu ile sıkı bağımlıdır, kısa süren bir açlık durumda bile minimuma düşer. Bitkilerde bulunmaz, sadece tatlı mısırda bulunmuştur. Kimyasal bileşim ve bir çok özellikleri bakımında nişastaya benzer.

Bitkilerde Polisakkaritler

         Bitkilerde çok sayıda karmaşık yapılı polisakkarit bulunmaktadır. Nişasta, selüloz, pektin, zamklar bu gruptadır. Bunların başlıca iki fonksiyonları vardır; hücre zarları ve iskeletler maddelerini oluşturmaları ve  de yedek besin olmalarıdır.

         Nişasta ; bitkilerde havadaki karbondioksitin özümlenmesi(fotosentez) ile oluşan glikozun özel enzim sistemin altında yoğunlaşması ile oluşur. Suda çözünmeler ve tatları yoktur. Bitkilerin köklerinde, gövdelerinde, yapraklarında veya meyvelerinde depolanmaktadır; nişasta tanecikleri ince bir protein katmanı ile çevrilmişlerdir ya da selüloz duvarına tutunmuş olabilirler.

         İnsan beslenmesinde en önemli besin polisakkarittir, günlük karbonhidrat gereksinimin çoğunu nişastadan alınır ve sindirim enzimleri tarafından yavaş yavaş şeker dönüştürülür. Fazla alınması durumunda ise yağa dönüştürülüp depolanır.

         Fruktanlar; tüm genç bitkilerin hücre duvarlarını oluşturmaktadır;birçok bitkinin kök yumrularında  depo polisakkarit olarak nişastanın yerine , bazı bitkilerde de nişasta ile birlikte bulunur.

         Pektin; tüm genç bitkilerinin hücre duvarını oluşturmaktadır; parankima hücre duvarında, meyve ve sebzelerde bulunur. Yapısı kesin olarak bilinmemekle birlikte iyi su tutucudur, jöle oluşumunu sağlar.

         Bitki Zamk veya zamklı sular (musilaj); karmaşık maddelerdir. Suda çözünen ya da su ile şişip yapışkan koloidal çözeltiler yapan polisakkaritlerdir. İnsan beslenmesinde önemli bir yeri yoktur. Daha çok sanayide kullanılır,şekercilikte kristalleşmeyi önlediğinden önemlidir.

         Selüloz

         Bitkilerin odunsu kısmanda ve hücre duvarlarının dış kısmında bulunur. Doğada en bol bulunan organik maddelerden  olan selüloz, ünülin başta olmak üzere lignin, kitin maddeleriyle sertleşmiş olarak bulunur. Suda çözünmeyen bu madde insan sindirim enzimlerinden etkilenmez ve sindiremez ancak sindirim sisteminin düzenli çalışmasında  etkinlik gösterir; organizmada artık hacmi arttırarak dışkı durumunun düzenlenmesini sağlar ve barsak hareketlerine yardımcı olur.

Bitki Bileşiminde ki Polisakkaritler

         Polisakkaritlerin aldığı rol bu mucizeyi bitkinin etki mekanizması açıklanabilmektedir. Bitki yapısında monosakkaritler ve polisakkaritler bir arada bulunmaktadır.

         Gluko-monnoz monosakkaritleri hlüko-mannan yüksek polimer polisakkaritleri şeklinde bulunmaktadır. Bu şekerler çok özel şekerlerdir. Şekerlerin bir çoğu enzimler tarafından parçalanırlar, emilirler ve tekrar inşa edilirler. Emilme biçimleri barsak ta olur. Gluko-mannan zincirlerin bir kısmı da sindirim sisteminde bütün halde emilirler.

         Enerjinin primer kaynakları olan bu bileşimlerin iltihaplanmayı önleyici etkisi vardır. Bu yüksek polimerlerin hipertansiyon, kolesterol ve artrit üzerinde etkin olduğu, karaciğerin çalışmasını düzenlediği bilinmektedir. Aynı zamanda bağ dokunun iskelet maddesi olan polisakkaritler, kalsiyum ve fosfat alım miktarının arttırmaktır.

Karbonhidratlar

         Besin maddelerinin üretiminde kullanımına kadar geçirdiği işlemler esnasında içerdiği besin eğerlerini kaybetmesi gerekmekte ve son derece ileri teknoloji gerektiren prosesler ile mümkün olmaktadır.

         Çok sevdiğimiz muzu elmayı, portakalı soyar soymaz yemezsek, yeşil yapraklı sebzeleri bıçakla kesersek ya da bir süre bekletirsek, ortamdaki oksijenle temas başlar ve besin değerini hızla kaybeder. Bu reaksiyonlar, besinlerdeki karbonhidrat durumu ile ilgilidir ve çok karışıktır. Enzimli ve madde (substrat) gereklidir, birbirinin eksik olması bu istenmeyen durumu önler oksijensiz bir ortam yaratmak (vakumlama, etkileşmez gaz atmosferi) ve işlem prosesini hızla yapılması kaliteyi koruma açısından zorunludur.

STEROLLER (STORELER/STERİDLER)

         Steroller lipit (yağ) bileşenleridir, kimyasal olarak benzemezler ancak benzer fiziksel özellikleri vardır. Steroller, kristali alkoller olup doğada serbest halde yada yağ asitleriyle bileşim halinde (mumlar) bulunurlar.

         Bitki steroidleri “iltihaplanmayı önleyici (anti-enflamatuar)” maddelerdir, bileşiminde bulunanlar şunlardır; kolesterol, campesterol,lupeol.

Kolesterol

         Kolesterin olarak da bilinir, insan vücudunun başlıca sterolüdür. Bütün dokulara dağılmış halde bulunur. Önemli miktarda beyinde, karaciğerde, adrenal bezlerinde, sinir dokusunda ve deride bulunur. Karaciğerden salgılanan kolestrenin %90’ı safra asitlerine dönüşür(oksitlenir), bir kısmı ise değişime uğramadan safraya karışır ve safra kesesi taşlarını oluşturabilir. Storedi hormonların ön maddesidir;cinsiyet hormonları (androgen ve östrogen) bunlardandır.

         Hayvanların  dokularında bulunan bir tip kolesterol (7-dehidrokolesterin) güneş ışınlarıyla D vitaminine dönüşür. 7- dehidrokolesterin  insan için en önemli provitamindir, deride oldukça yüksek konsantrasyonda bulunur. Güneş ışınları yada UV ışınları tarafından fotokimyasal reaksiyona uğrayarak önemli bir bileşime dönüşür (dehidroksikolekalsiferol). Bu bileşim iskeletin özellikle mineralleşmemiş bölgelerinde iyi bir şekilde mineralleşmeyi sağlar. Kemiğin önemli bileşimleri olan kalsiyum ve fosforun dağılımı sağlamak suretiyle diş ve kemiğin oluşumunda etkilidir. Bileşimin etkisi raşitizm hastalığına neden olur.

         B Sitosterol

         Bitki dokularındaki sterol B sitosteroldür. Bitkisel steroller kolesterolden farklı olarak insanlarda az miktarda emilirler. Hatta fazla miktarda bulunan bitkisel steroller kolesterolün emilimini azaltırlar (inhibe ederler).bu durum yüksek plazma kolesterol düzeyi “hiperkolestrolemi” problemini azaltmak için önerilmektedir.    

SPONİNLER

         Doğada az miktarda fakat dağılmış halde bulunur. Renksiz kristal acı maddelerdir. Suda iyi çözünen çok köpüren çözeltiler oluştururlar, kullanımları da bu özelliğinden gelir. Bu özellikleri dışında suda çözünmeyen bileşimleri de vardır ve bunların seyreltik çözeltileri bile zehirlidir, kana şırınga edildiğinde zehirli olan bu bileşimler ağız yoluyla da alınabilirler. Bu bileşimler eskiden ilaç ve ok zehiri olarak kullanılırdı.

         ANTRAKİNONLAR VE TÜREVLERİ

         Bu bileşenler tek başına jelde bulunurlar. Genellikle zehirli maddeler olarak bilinirler ve tek başlarına yoğun oranda olukları zaman bu etki gözlenebilir. Ancak eser miktarda bulunmak zorundadırlar ve zehirlidirler. Laksatif etki gösteririler, barsaklardaki emilmeyi arttırırlar ve ağrı kesici (aneljezik)  etkilerinden yararlanılır. Güçlü antibakteriyel (bakterilere karşı) ve virüsidal (virüs öldürücü) etkiye sahiptirler.

         Bileşimin de  acı bir tat katarlar ve jel/usare karışımına sarı veya portakal rengini verirler. Renk antrakinoun yapısından ileri gelir. Bunlar çiçek, gövde yaprak ve kök hücrelerinin özünde çözülmüş olarak bulunurlar.        

Emodin

Bakterileri öldürür ve cilt problemlerinde etkilidir

Antrasen

antibiyotik ve anti-enflamatuar (iltihap önleyici)

Antronol

antibiyotik özellik gösterir.

Chrysophanic

Acıt cilt mantarlarını önleyici etki gösterir.

Eterel yağ    

analjezik etki gösterir

Sınnamonik acıt esteri

Analjeik  ve anestetik etki gösterir

Izobarboloin

Aneljezik ve antibiyotik etki gösterir

Resistanol

Bakterileri öldürür.

         HORMONLAR

         Katı kısımda bulunan diğer küçük molekülerdir.

         Oksinler

         Bitkisel kaynaklı bir hormonudur. Bitkinin büyümesinden sorumludur. Bitki tohumlarında daha yoğun olarak gözlenir.

         Giberellin

         Fitopatojen mantarların bir ürünü olarak izole edilmiştir. Bitkilerin hızlı büyümelerinin sağlanmasının yanı sıra, hücre bölünmesini de hızlandırır.

Bitkilerin “gelişme hormonu” olarak tanımlanmaktadır.

 

BESLENME GEREKSİNİMİ 

İnsanlar hem yaşamın devamı hemde onlardan beklenen verimin elde edilebilmesi için değişik besin maddelerine değişik miktarlarda gereksinim duyarlar.Bu besin maddelerin bitkisel ve hayvansal kaynaklardan kompleks halinde alılar ve metabolizma adı verilen ortamda bir çok değişikliklere uğratarak özümlerler, ,değersiz ve zararlı atıklar da atarlar.

            İnsanlarda beklenen verim genelde dört ana başlık altında tanımlanabilir.Bunlar:homeostazı korumak,büyüme,kas gücü olarak da tanımlanabilen iş verimi (enerji)ve üzeri faaliyetleridir.İnsanoğlu yaşamını devam ettirebilmek ve bahsedilen verimler sağlıklı bir biçimde sürdürebilmek için,karbonhidrat yağlar,proteinler,vitaminler,mineralle ve hormon,enzim gibi diğer etkicil maddelerle gereksinim duyarlar.

            Alınan besin maddeleri miktarları vücudun metobilik gereksinimlerini karşılayacak nitelik ve nicelik taşımalıdır. Bununla beraber vücuda alınan gıdalar değişik oranlarda besin maddeleri içerdiklerinden aralarında uygun bir dengeyi korumak gerekmektedir.           

BESLENMENİN FONKSİYONLARI

            Gün içinde gıdalarla besin maddeleri,insanların yaşamının devamını ve yaşamın bir parçası olup verimler sağlayabilmek amacıyla öncelikle homeostazı korunması için gerekmektedir. 

Homeostazı korumak

Homeostazı vücudun iç çevresinde sürdürebilmesi işlemdir.Hücre ve dokuların birleşenleri sürekli kullanılır ve vücudun iç çevresinde uygun sınırlar içinde sürdürebilmesi için tekrar yerlerine konulmalıdır.Her gün besin maddelerin alınması gereklidir.Çünkü :gereken yapı taşlarının sağlanması ve ısı-elektrolit asit baz dengesinin sürdürülmesi zorunludur.İnsan vücudunun ortalama bileşeni tablo`6da gösterilmiştir. 

Bileşen

%

Su

55

Proteinler

19

Yağlar

19

Karbonhidratlar

<1

Mineraller

7

Vitaminler

<0.01

Eğer vücut yağı göz arda edilirse yağsız vücut kişinin ağırlığı kabul edilir.Sağlıklı erişkinlerde ortalama yağsız vücut kitlesinin%65-70 ini su oluşturur.İnsanlarda günlük su gereksinimini belirleyen etken ise besin maddelerinin kalori içerikleridir.Bu gereksinimin erişkinlerde besin maddelerinin içerdiği kalori başına 1 ml iken bebeklerde 1.5 ml olarak belirtilmektedir.

Bazı durumlarda vücutta su dengesi ile ilgili bir takım sorunlarla karşılaşabilmektedir.Bunlar;sıvı kaybı ve sıvı fazlalağı olarak tanımlanabilir.Sıvı kaybı;aşırı terleme,kusma isal veya aşırı yanıklar sonucu olabilir.Sıvı fazlalagı ise böbrek veya kalp yetmezliği gibi su ve sodyumun normal atılımı etkileyen hastalıklardan gerçekleştirilir. 

Büyüme

            Bireyler çocuklarda olduğu gibi yaşamlarını belli dönemlerde yeni dokular oluşturmak için ek besin maddelerine gereksinim gösterirler. 

Enerji Gereksinimi

Her insan yaşam sürecinde beklenen verimleri sağlayabilmek için enerjiye gereksinim duyar.Enerji,günlük olarak tüketilen gıdalarda bulanan besin maddelerden sağlanır.Sağlıklı olabilmek ve beklenen verimi gerçekleştirebilmek için gereksenen enerjiyi saplayacak miktar ve kaliteden besin maddelerine gereksinim duyulur.Enerji gereksinimi bireyin faaliyet çevre fizyolojik fonksiyonlarına bağlı olarak oldukça değişiklik gösteren kavramdır.Örn:büyümekte olan bir çocuğun bir sporcunun hasta olan bir insanın enerji gereksinimlerine birbirinden hep

farklıdır ve onların günlük beslenmelisi bu gereksinimlere göre düzenlenmelidir. 

Üreme faaliyetleri

Üreme faaliyeti erkeklerde sperma kalitesi ve verimi kadınlarda ise ovulasyon(yumurtlama) ve gebelik durumu olarak ifade edilebilir.işte bu verimlerin sağlanabilmesi için de vücudun değişik miktarlarda gereksinimi söz konusudur.    

 Besin maddeleri

İnsanların besin duyduğu besin maddelerini genelde 6 ana gurupta adlandıra biliriz bunlar;karbonhidratlar yağlar proteinler vitaminler minareler ve sudur.besin maddeleri ve bunların temel fonksiyonları tablo 7`de gösterilmiştir. 

Besin

ANA FONKSİYON

Karbonhidratlar

Enerji kaynağıdırlar

Yağlar

Enerji kaynağıdırlar.Vücudundegişikk dokularda yapısal fonksiyon gösterirler

Proteinler

Vücudun temel yapı taşlarıdır

Vitaminler

Metebolik faaliyetlerde özel öneme sahiptirler,enerji değişimi sağlarlar  

Mineraller

Metebolik faaliyetlerde özel öneme sahiptiler iskelet ve dişlerin temel yapı taşlarıdır.

Su

Yaşam onsuz düşünülemez.

      Karbonhidratlar ve yağları enerji kaynağı olarak özel öneme sahiptirler.Bunlardan karbonhidratlar özellikle basit şekerler formunda vücudun ana enerji vericilerdir.Yağlar ise enerji içerikleri bakımında karbonhidratlara göre yaklaşık 2.5misli daha fazla kalori sağlamalarının yanı sıra esansiyel ve yağ asitlerin aynı zamanda A,D,E ve K gibi yağda çözülür vitaminlerin taşıyıcıları olmaları özelliği ile önem arz ederler.

            Proteinler çocuklarda ve gebelikte büyüme üzerine olan özel önemlerini yanı sıra doku yenilenmeleri üzerinde de fonksiyona sahiptirler. 

            Vitaminler metabolizmada gösterdikleri fonksiyonlarla yaşamın devamı büyüme ve üreme üzerinde eser miktarlarda gereksinim duyulmalarına rağmen büyük öneme sahiptirler. 

            Minareler aynı vitaminlerde olduğu gibi değişik Metebolik faaliyetlerde yer almakla birlikte kemiklerin dişlerin kanın ve saç gibi dokuların temel yapı taşları olmakla özellik gösterirler bazı iz elementlerinin üreme fonksiyonların üzerinde de etkili olmaları onlara ayrı bir özellik kazandırır.

            Su yaşamın kaçınılmaz tek kaynağıdır.Hayvansal organizmalar açlığa uzun mürtetler dayanabildiği halde susuzluğa ancak ve ancak 3-4 gün gibi kısa süreler için direnç gösterebilirler.Çünkü su vücutta tüm dokuların temel yapı taşı olmakta beraber kanın ana bileşeni olması besin maddelerin çözülmesi artık maddelerin vücuttan atılması vücut ısısının dengelenmesi(ısı reğülasyonu)ve birçok metobilik faaliyete ortam hazırlaması nedeniyle bir unsurdur. 

BESLENMEDE DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR

            Vücudun ihtiyaç duyduğu besinler hayvansal ve bitkisel kaynaklı besin maddelerden bir kompleks olarak alınırlar.Bu kompleks maddeler etkicil olmakta beraber vitamin ve mineral maddeleri içerirken büyük miktarlarda protein yağ ve karbonhidratlardan oluşmuştur.

            İnsanların beslenmesinde dikkat edilecek en önemli husus gereksenen besin maddelerden nitelik ve nicelik bakımından tam ve dengeli olarak tüketilmesidir.Bu demektir günlük tüketimde besin maddelerin ne gereğinde az nede gereğinden fazla alınmalıdır.Aksi takdirde ya yetersiz beslenmenin yada aşırı beslenmenin sonuçları kaçınılmaz.           

AŞIRI BESLENME

            Günlük enerji tüketiminde daha fazla enerji vererek besin alınması ağırlık artışına neden olur.Vücuda alınan protein ve karbonhidrat gibi besin maddelerden gereksinime fazlaları organizemde yağa dönüştürülür ve depolanır.Buna benzer şekilde yağların fazlasının da neden olduğu şey yine aynısıdır.

            Yağın depolanmasına hücrelerin büyümesine lipit moleküllerin yığılması veya yağın biriktiği dokularda hücre sayıları çoğalması sayesinde gerçekleşir.Vücutta yağın birikmesi ilk çocukluk yılarında ve ergenlik çağında çoğalır,daha sonra hücre sayısı sabit kalır.Vücutta yağ birikenleri henüz artmakta olmakla yaşlarda aşırı beslenme hayat boyu aşırı kilo alma eğilimine neden olacak özellikle tehlike arz etmektedir.

            Bu tür yağlanmalarda ileride anlatılacağı kadar üzerine diğer bazı rahatsızlıklara neden olmakla birlikte gündemde gelen en önemli problem şişmanlık olmaktır.           

Yetersiz beslenme     

            Geri kalmış ve gelişmemiş olan bir çok ülkede milyonlarca insan özellikle nitelik bakımından yeteriz beslenmektedir.Bu durum esansiyel beslenme unsurludan bakımından geçerlidir.Bu demektir ki adı geçen koşullarda vitamin ve özellikle proteinler yapı taşları olarak amino asitler bakımından derin bir beslenme sorunu vardır.Zorunlu beslenme unsurları ve vitaminleri dengeli bir şekilde içeren beslenme maddelerden yetersiz miktarda alınması büyümenin yavaşlamasına zayıflama ve diğer belirtilerek birlikte özellikle dirençsizlik gibi sorunlara neden olmaktadır.           

BİTKİSEL BESİNLER ve ÖNEMİ

            Beslenme ve önemi incelediğimizde ilk bölümde özenle beslenmenin kalitesinden bahsettik.İnsanların besin maddelerden tüketirken nitelik ve nicelik bakımından tam ve dengeli bir şekilde kullanılması zorunluluğu besin maddelerden ayrıntısıyla gözden geçirdiğimizde daha fazla anlaşılır hale geldi.Bu öğelerin gereksinime duyulan miktarda kadar yararlı kullanımlar için birbirlerine bağımlılık önemli faktörler arasında daydı ve bazıları da vardı ki olmazsa olmazdı.Besin maddelerin önemini ve kaynaklarını hatırlamamızın ardından bitkisel ve hayvansal besinlerin özellikle ve toplu olarak kıyaslanmasına yaparak şu gerçekler dikkatimizi çeker.

            Sağlıklı bir cildin üst tabakasındaki prigmenler yaş ırk ve bünyeye bağlı olarak açık bir pembelikten koyu kahverengiye kadar değişim gösteren renk verir.Cildimiz gözenekli yaşanan bir canlıdır.Vücut her gün cildi yeniden üretmektedir,bu üretim içten dışa doğru gerçekleşmekte yaklaşık olarak dört hafta içinde cilt kendini tamamen yenilemektedir.Bu dönüşüm günlük bizim fark edemediğimiz miktarda aşınma ve dökülme ile gerçekleşir.Cildiniz temizliğe ve bakıma gösterdiniz özen yenilenmeye yardımcı olmaktır.       

Derin yapılanması dıştan içe doğru üç tabaka şeklindedir.

1.      Dış Tabaka (Epidermis)

2.      Orta tabaka(Korium)

3.      Alt Tabaka(Subkutis) 

1.      Dış Tabaka(Epidermis)

            Bu tabaka 0.6-0.9 mm kalınlığındadır,değişik yapılarda birbirlerine bağlı aşağıdan yukarıya doğru katmanlardan oluşmaktadır.

a)      Bazal hücre tabakası

b)      Dikenli Hücre Tabakası

c)      Çekirdekli Tabaka

d)      Şeffaf Tabaka

e)      Boynuz Tabaka

            En alt tabakası olan bazal hücre tabakası bir sıra silindirlik hücreden yapılmıştır.Bu hücrelerin büyük bir kısmı(%95) keratin sentezi yapar.Bunların arasında renk cisim de vardır.Pigmentler bazal hücre tabakası bulunmalarına rağmen yukarı katlara doğru uzanan dallı budaklı hücrelerdir UV ışınlarına karşı çok hassaslardır.Pigmentlerin yığılması önemli sorun teşkil eder çil ve benlerin oluşması nedeni bilinmeyen bu yığılmalardır.

            Epidermisin diğer katları bu bazal kat doğurur.Buradaki hücrelerin bölünerek çoğalması yoğunlukta istirahat hakinde ve uyurken olur.Kasların çalışması sırasında bu faaliyet en azdır.

            Bazal katın üzerinde deri yüzeyine paralel olarak yerleşen dikenli hücreler tabakası bulunur.Birbirlerine ile temas halinde bulunan bu hücreler arasında ki boşluklarda lenf bulunur.

            Dikenli hücreler katı üzerinde 2-3 sıra iğ şeklinde hücrelerden yapılmış çekirdekli tabaka bulunur.Bu katmanlarda hücrelerden arasında köprüler bulunmaz ve çekirdek incelmiş ince pililer halinde buruşmuş durumdadır.

            Dikenli hücreler katı üzerinde çekirdek çok fazla atrofiye olmuş ve yassılaşmış hücrelerden oluşan şeffaf tabaka vardır.Bu tabaka hücreler mutad boya metotları ile çekirdeksiz görülmektedir.

            Şeffaf tabakanın katı üzerinde çekirdekleri çok daha fazla atrofiye olmuş ve yassılaşmış hücrelerden oluşan boynuz maddesi olan keratine benzeyen boynuz yağı vardır.Bu kattadaki hücre sayısı kişinin yaşına ve derinin muhtelif bölgelerine göre değişir.Alttaki hücreler birbirlerine bağlı oldukları halde üsttekilere bağlar gevşemiştir ve dökülmüştür.           

2.      Orta Tabaka(Korium/Kutis)

            Epidermis altındaki bu tabaka deri yüzeyine paralel olan bağ dokusundan meydana gelmiştir.Bağ dokunun ana çatısı ağ şeklinde gayet sık dokunmuş kollajen lifleriyle bu lifler arasında şeritler halinde görülen elastiki liflerden oluşmuştur.Bu söyleyen lifler vücudun pek çok kompleks işlevi yerine getirebilmesi için gereken güçlü yapıyı ve desteği sağlayan en zengin yapılanmalıdır.Cilde sağlamlık esneklik kazandıran bu kamdandır.Kan damarları kaslar sinirler ve salgı organlarının bulunduğu bu katman kıl ve saça da hayat vermektedir.

            Bu iki ana bileşenin yapısını yakından tanımakta fayda vardır.Kollajen kan damarı ten don ve kıkırdakları ana yapı taşıdır.Derinin sert yapısı tamamen kollajenin yapılmasında kaynaklanmaktadır katlanmış çapraz ya da paralel yığınlar alinde olan ir yapılanmadır kollajenin yapısındaki çapraz bağlamalar hiçbir zaman sona ermez bu süreklilik derinin sürekli yenilmesinden sorumludur büyüme gelişme sırasında his edilir derece de değişikliğe uğrar zamanla da bağ dokunun yaşlanması gerçekleşir.Geçen yıllar içinde kollajenin yapılamasındaki bağlanmalar sürekli devam ettiğinde derinin sertleşmesi artar elastikiyet giderek kaybolur kan damarları ve diğer dokuları oluşumu devam eder ve elastikiyet iyice zayıflar.

            Kollajen ayrıca yara iyileşmesinde önem kazanır.Kollajenin bu olayları düzelmesinde gerçek rolü anlaşılamamıştır.Bu arada insan vücudunun %30 dan fazlasına hakim olan bu yapılanmanın diğer sert dokular kemik ve dişlerin de ana yapı malzemesi olduğunu hatırlatmalıdır.Karaciğer gibi yumuşak dokular az miktarda kollajen içerir.Kollajenin yapılanması çok sık tekrarlanma 3 ağrı protein zincirinin(glisin,prolin,hidroksiprolin) hidrojen bağları ile birbirlerine  urgan gibi bağlanarak(üçlü heliks şeklinde) sarılması ile oluşur.

            Elastiğ bağ dokuda kollajen ile birlikte oluşur ve çoğunlukla kollajen ile birlikte yer alır.Elastiğ ile kollajen arasındaki benzerliklere dikkat çekilmiştir her iki yapılanmada bir birine benzemeyen proteinlerden oluşmuştur ve yapısal elementlerden karbon azot hidrojen ve oksijendir.ancak bu benzerlikler kadar farklar da  aynı derece önemlidir.elastiğ çoğunlukla bağlarda ve kan damarlarda duvarlarda bulunan sarı bir kollajenden farklı olarak fibrilleri uzunluğunun birkaç katına uzatabilecek lastik gibi esnetebilir. 

3.  Alt Tabaka(Subkutis)

Koriunum alt tabakalarında bağ dokusu lifleri deri yüzeyine dikey inerek geniş delikli ağlar yapalar ve bu delikli hücrelerden içine yağ tabakaları toplanarak deri altı yağ dokusunu yaparlar.Yoğun yağ içerikli olan bu tabaka oldukça gevşek olan bir tabakadır.İç organlar tüm dış etkilerden koruyan tampon özelliğindedir.Kalınlığı kişiye ve bölgeye göre değişim göstermekte ve derinin dış görünüşünü oluşturmaktadır.

            Önemli bir ayrıntı şudur:Epidermis ve Korium tabakarınlarının kalınlıkları yaşa göre değişirler, ancak Subkutis’in  kalınlığı yalnız beslenme şartlarında göre değişir.           

Cildin Kas Yapısı  

Cilt keseleri düz ve birbirlerine paralel kaslardan meydana gelmiştir.Bu kaslar alt tabakalardan başlar,yağ bezlerinin altından geçer ve koriyomun en üst katmanlarında sonlanırlar.Cilt kaslarının cilt fonksiyonlarındaki rolü çok büyüktür.Bu kaslar korku, heyecan ve irkileme halinde büzüldüklerinde kılları dikleştirerek cildi bildiğimiz diken diken hale getirirler.Ter ve yağ keselerinin açılıp kapanması da bu kaslar vasıtasıyla olur.Saç kökü öldüğü zaman bile şekillileri muhafaza etmektedirler. 

Cildin damar sistemi

              Bağ dokusu içinde bulunan kısmen büyük arterlerden çıkan daha küçük arterler supkutis-kutis sınırında bir ağ yaparalar.bu derin damar ağından dallanmalar yaparak daha kuvvetlı oluşan arter ağışamdan şeklinde epidermis tabakaya doğru ilerler ve sonlanır.Bu derin damar sisteminin görevi cilde gereken madde alış verişini yapmaktır;cilt hücrelerini  beslemek,artık hücreleri uzaklaştırmak,lenf sıvısının dağıtımını yapmak şeklinde genelleştirilebilir. 

Cildin sinir sistemi

             Bağ dokusundan epidermisin en üst katlarına kadar ulaşan sinir uçları vücudumuzun dış etkilere karşı duyu işini görmektedir.Cilt en zengin şekilde sinirlenerek ilgili merkezlere iletimi sağlar. 

Cildin ek organları

             Epidermis orjinli olan ter keselerine,yağ keselerine , kıl ve tırnaklara cildin ek organları diyebiliriz.

Ter Keseleri

            Koriumun Derin katlarından çıkan ve deri yüzeyine açılan boru şeklindeki keselerdir.Cildin her tarafından eşit olmayan yoğunlukta yayılmış durumundadır.Terleme vücudun her tarafında farklı miktarlarda olmaktadır.Terin bileşimi içindeki bazı organik maddeler hava ile temasta koku yapmaktadır,bu nedenle kozmetikte ‘’koku keseleri’’ de denmektedir.Ayrıca korkma,heycanlanma gibi durumlarda terleme,terk keslerinin sinir sistemiyle yakın ilişkide olduğunu göstermektedir.İki tür ter kesesi vardır: 

1)Erkin(ecrine)ter keseleri: tüm vücutta sayısı iki milyonu bulan,epidermisin derinlerindeki yumaklardan çıkan ve çok kıvrıntılı kanallar şeklinde ilerleyerek salgıyı direkt olarak epidermis dışına çıkaran ‘’dökücü kanallar’’dır.Tırnak yanaklar,küçük dudaklar ,dudak kırmızısı hariç her bölgede raslanmaktadır.Burada ki salgı sadece asidik reaksiyondur,hücre elementleri bulunmamaktadır.Bu nedenle de bileşim koku salgılamaz,bazı maddelerin hava ile temasında koku oluşmaktadır.Sağlık acısından terlemeyi önlemeden,hava ile temas anında oluşan bakterilerle mücadele eden kozmetik ürünler önerilmektedir.Özellikle son yıllarda kansorojen etkileri nedeni ile yasaklanmış olan içeriklere karşı özenle dikkat edilmelidir. 

2)Apokvin (apocrin)terk keseleri:Genelde subkutisten çıkan bu keselerin dökücü kanalları,epidermisi dışında değil yağ bezlerinin dökülme yerlerinin üstünde,kıl foli küllerine açılır.Bu tür bezlerin salgısında ise hücresel elementler bulunmakta ve dolasıylada koku maddeleri içerekmetedir.Koltuk altı,genital bölge,meme başları ve kısmende karında bulunmaktadır.Cinsel hayatta rol oynarlar,kadınlarda erkeklerden daha fazladır. 

Yağ keseleri 

         Bu keseler özellikle yağ hücrelerini salgılarlar.Kanal vasıtasıyla kıllı bölgelere,yoğunluklada saç yatağına bağlıdırlar ve salgılarını epidermise yakın olan bu foli küllere boşaltırlar.Yağ keselerinin salgısı olan yağlarla supkutis tabakasında bulunan yağın bir ilgisi yoktur.Hücreler yağ keselerinde salgılanan yağı emerek şişerler ve kanama yaklaşınca patlayıp foli küllere akarlar.Saç foliküllerine akan yağ üs kısımlarda ter ile birleşir ve birlikte epidermin dışına çıkarlar.

 Tırnaklar

       Epidermisten gelişen 0.5-0.75 mm kalınlığında dört köşeli boynuz teşekkülerdir.’’tırnak yatağı’’adı verilen deri yastığı üzerinde bulunur ve bu yastık yarım ay şeklinde kendini gösterir. 

       Tırnak yapısı,en çok görülen hayvansal porotein olan keratin yapısındadır.

Kıllar   

            Keratin yapısındaki diğer proteinlerdir.Keratinin yapısının elastin ve kollojenden farkı çok sayıda kükürt köprüsüyle sağlamlaştırılmış olmasıdır.kutisin derin katlarında ve bazende sub kutiste bulunan kıl soğanı adı verilen şişkince kısımlardan çıkar,aradaki katmanlardan ve yağ bezelerinin de altından geçerek koriumun üst kısımlarında sonlanırlar.Kıl kesesi dıştan içe dogru bir çok katmandan oluşur.

         Kıllar,insan vücudunda yaşa göre farklılık göstermektedir.Çocukların vücutları ince tüylerle(lanugo)kaplı iken yetişkinlerin vücutlarını kaplayan tüyler dışında çeşitlilik gösteren kıllar vardır;saç,sakal, koltuk altı kılları,cinsel organları örten kıllar,kaşlar,kirpikler,burundaki kıllar,dış kulaktaki kıllar.İlerleyen yaşlarda bu kılların yoğunlukları azalabilmekte ve çoğalabilmektedir. 

             Kıl örtüsünün oluşumunda cinsel hormonların çok önemli rolü vardır.Buna göre de 3’e ayrılır;

A)cinsel hormonlarla alakası olmayan,her iki cinste de ortak olan kıllar;lanugo kılları,kaşlar,kirpikler ve diğer organlardaki kıllar. 

B)Çocukluk cağında başlayan,her iki cinste de iç salgı bezleri kontrolünde oluşan aynı durumda bulunan kıllar;koltuk altı kılları,genital bölge kıllaları ve saçlar. 

c)Erkeğin cinsel hormonları etkisinde olan kıllar;sakal,genital bölgenin üst kısımlarında bulunan kıllar,kulak,burun,gögüs,omuz,sırt ve kolların dış kısımları ile bacaklardaki kıllar. 

Vücuttaki kılları şekillerine göre de üç gruba ayırmak mümkündür.

a)Uzun kıllar :Saç,sakal,koltuk altı ve cinsel organları örten kıllar

b)Kısa ve sert kıllar:kaşlar,kirpikler,kulak ve burun kılları

c)Yumuşak kıllar:vücudu kaplayan diğer kıllar.

 CİLDİN GÖREVLERİ

 Vücudumuz tamamen kaplayan cildimizin anatomisini genel anlamda inceledikten sonra dış etkenlere karşı koruma dışında bir ordan  olarak üstlendiği görevlerini incelemek vücut doğasını koruma yolundaki doğal beslenme hedef  düşüncemizi destekleyecek zorunlu gerçeklere daha fazla ışık tutacaktır. 

KORUMA GÖREVİ:

Derimiz metabolizmamız ile dış ortama karşı her iki yönlü olarak  koruma görevini üstlenmiş durumdadır.İçten ve dıştan gelen pek çok zararlıo etkene karşı savunma mekanizması geliştirmesi gerektiğinden sağlamlığı ve elastikiyeti önem kazanmaktadır. 

Vücudumuzun iç döngüsünde yaşamsal faaliyetlerimiz devam edebilmesi için gereken optimum ısı ortamı derimiz ve kılların işbirliği ile sağlamaktadır.Ayrıca  bu iç ortamda  oluşan çeşitli zararlı maddelerin vücuttan uzaklaştırılması işlevine derimiz yardımcı olmaktadır.

Vücumuzun doğal yaşamını sürdürürken dış ortamda kendisini bekleyen tehlikelere karşı yapmakta olduğu savunma işlevleri işe şunlardır. 

a)Biyolojik eykenlere karşı koruma:Derinin yaşamında da diğer  yaşayan her canlı da olduğu gibi biyolojik bir denge söz konusudur.Deri yüzeyi pek çok bakteri ve mikroorganizmalar ile yüklüdür.Yaşayan bu canlıların  hastalık oluşturmamalarında derinin özel yapısı etkindir.Derinin sürekli olarak  dökülerek kendini yenilemesi bu mikroorganizmaların sürekli yenilenmesini sağlar.Bu anlamda derinin yapılanmasında önemli olan iki savunma mekanizması daha söz konusudur.Derinin dış yüzeyini ince bir film tabakası gibi kapladığını düşüneceğimiz ‘’koruyucu manto’’yapılanması vardır.Asit ve lipit salgılanmadan oluşan bu manto mikroorganizmaların ve mantarların  üreme şartlarını ortadan kaldırır.Cildin asit değeri olarak nitelendirilen  değer (PH)4.2-5.6 arasındadır,ortalama 4.5PH değeri şeklinde bilinir ve bu mantoyu tanımlar. 

b)Fiziksel ve kimyasal etkenlere karşı koruma:ışınlara karşı korunma,ortamın ısı değişikiliğine göre iç ortam ısının ayarlanması,geçici travmalara karşı savunma,kaza sonucu karşılaşabileceğimiz derumlar,derinin sağlam yapılanması ve elastikiyeti ile ilgilidir.Deri,su ve nemi normal yapısı ile geçirmemektedir.

 Cildin beslenmesi(Absorbsiyonu):

       Cildin  içten ve dıştan beslenmesi cildin sürekli sağlıklı yaşamı için kaçınılmaz zorunluluğumuzdur.Beslenme şartlarının yüksek kalitede olması gereken  sağlamlık için alt yapıyı verirken dış etkenlere karşı nemlilik kazandırma dıştan beslenme ile mümkün olacaktır.Yakın tarihe kadar cildin normal yapısının suyu ve nemi geçirmeye imkan verdiğini düşünülmekteydi ancak araştırmalar göstermiştir ki cildin suyu çift taraflı geçirgenliği söz konusudur.Ancak yağlar  ve yağda çözünen maddelerin emilimi kısmen daha alt tabakalara kadar mümkündür.Emilebilir özellikteki maddeler kıl foliküllerinden gerçek bu katmanı aşalar. 

CİLDİN DEPO GÖREVİ: 

    Derinin alt yapısındaki yağlanmadan bahsetmiştik.Ayrıca önemli bir su deposu ve kan deposu olduğu da yapılanmadan görülmektedir.Deri, bu maddesel depolama ile bir anlamda savunma mekanızmasına destek bvermektedir. 

Solunum görevi: 

    Derinin gazları geçirebilmesi bünyenin ve dış ortamın(ısı,nemlilik,gaz yoğunluğu)bağlı olarak  etkinlik kazanmaktadır.Deri,oksijeni geçirebilmesi ve karbondioksit değişimi ile gereksimini karşılayabilmektedir.

Duyu Organı 

   Cildin sinir sistemi bölümünde,sinirlenmenin çok zengin olduğunu ve ilgili merkezlere iletimi sağlayarak hassasiyetin ne denli güçlü olduğunu dile getirmiştik.Bu hassasiyet vücudun her yerinde farklı dağılım göstermekdir ve vücudun kabul edilemiyeceği durumlarda rahatsızlık verici tepkimeler baş gösterir, kızarmalar, kaşıntılar,..bu durum alerjik durumdan ayırmak gerekir.Bu tür tahrişlerde görüntüler hemen ve belli bir bölgede kendini gösterir.Alerjik durumlarda bu görüntüler aslı aynı anda ve belli bir bölgede oluşmaz 

CiLT SAĞLIĞIMIZI MAKSİMUN KORUYALIM 

Cildimizin yapısı yaşamımızın aynasıdır.’’güzellik sağlıktan geçer’’sloganı bilinçli insanın yaşam tarzı haline gelmiştir.Derinin yapılanmasında çok net gördük ki alt tabakalardan yukarı doğru hücre ve lif yapısının özel dizilişi derinin kalitesi, sağlamlığı ve elastikiyetini belirlemektedir. Antik çağlardan beri gündemini koruyan “güzellik” kavramı ve istenci gelişen medeniyetle insanların bilinçle yaklaşımını sağlamıştır.Bu süreç içinde pek çok akın yaşanmış ve günümüz teknolojisinde doğanın mucizevi gücünü doğallığa en yakın formatlarıyla kullanma yönünde önemle yol alınmıştır.Bir besin tamamlayıcı olarak kullanımını metabolizmamızın sağlığını korumada yardımcı oluşunu ayrıntılarıyla incelemiştik yaşayan organizma cildimizin sürekli ve çabuk yenilenmesi düzenli ve zengin beslenmesini gerekmektedir,Cildin gereksinim duyduğu bu yapısal elementleri zengin ve hazır şekilde bulması bu doğal yaşama destek verebilmektedir.Epitel hücreler arasında yer alan boşlukları sürek olarak açık tutması ve uygulandığı bölgedeki kan akımını hızlandırarak ölü hücrelerin ortamdan uzaklaştırması ve yeni, genç hücrelerin oluşumunu sağlamaktadır.Bitkinin yapısında bulunan aminoasitler  yeni hücre yapımını hızlandıran faktörlerdir. Deney hayvanlarında normal beslenmenin %60 oranında kısıtlandığı durumlarda bir hafta içinde kollajen çapraz bağlarında bozulma, 4 ay içinde kollajen sentezin de azalma tespit edilmiştir.

            Cildin dıştan beslenmesinin de emilimi mümkün kozmetik mazemeleri ile sağlanabileceğini anlattık peki bu noktada cildin doğal sağlıklı yaşamına tamamen doğal dıştan uygulanacak preparatların (krem,serom,kapsül)vereceği desteği düşünmemek mümkünmüdür.

            Cildimizin normal şartlarda suyu ve nemi geçirgenliğinin düşük olduğun,yağlar ve yağda çözünen maddeleri daha alt katmanlara geçirebildiğini tekrar hatırlayalım kozmetik dünyası cildin dışardan beslenmesi ve nemlenmesi üzerine prepatlar üretimini hayvansal ve bitkisel yağlara yönelik yoğunlaşmıştır.Bileşiminde bulunan lignin polisakkaritler, cildin çok daha katmanlarına kadar ulaşabilmekte ve bileşimindeki etken maddelerin taşınmasını sağlamaktadır derin tabakalara kadar gerçekleşen bu işler hücrelerin sağlıklı oluşumunu ve yumuşamasını sağlayarak cildin sağlamlığının ve elastikiyetinin oluşumunda destek vermektedir

            Cilt problemleri ile mücadele gücü araştırmacılara göre  bitki jelinin etkin bileşimini yanı sıra PH değeri ile ilintilidir.Cildin 4.2-5.6 arasındaki PH değerini koruma yönünde önemle destek vermektedir.Ayrıca yakın tarihteki çalışmalar göstermiştir ki,cilde çok kısa sürede yüksek oranda penetre olmakta, jelinde bulunan spesifik kimyasallar ciltle etkileşerek iyileşme sürecini hızlandırmaktadır. Bir görüşe

Maskelerin çeşitlerine göre özellikleri;
 

1.      Toprak kilden meydana gelen maskeler:Cilt yüzeyinde kalın bir kabuk oluştururlar. Cildin derinlemesine temizlenmesinde, gerilmesinde ve sıkıştırılmasında etkili rol oynarlar.

2.      Yosundan meydana gelen maskeler:Deniz yosununun kurutulup toz haline getirilmesi ile hazırlanırlar. Nemlendirici , temizleyici ve canlandırıcı özellikleri vardır.

3.      Toz halindeki maskeler:Genellikle beyaz kilden meydana gelmektedirler. Sulandırılarak kullanılırlar. Sulandırmak için uygun bir meyve yada sebze suyu kullanılabilir.

4.      Yağlı maskeler:Cildi besleyici ve canlandırıcı maddeleri kapsar.

5.      Jöleli maskeler:Bir fırça ile yüze sürülerek kuruması beklenir. Yüzde şeffaf bir kabuk oluştururlar. Kuruduktan sonra maske en alttan başlamak üzere deri soyulur gibi yüzden kalkar. 

Doğal Maskeler ve Özellikleri
-Kuru Ciltler İçin Maskeler – 

·         Üzüm ve Kaymak Maskesi:Bir komposto kaşığı taze üzüm suyu yine bir komposto kaşığı kaymakla iyice ezerek karıştırılır. bütün yüze sürülüp 20 dakika beklendikten sonra silinir.

·         Yumurta Maskesi:Bir yumurta sarısı iki şeker kaşığı zeytinyağı yada badem yağı ile karıştırılır. Yüze sürüldükten 15dakika sonra durulanır.

·         Çilek Maskesi:Üç tane çilek iki yemek kaşığı kaymak ile ezilir ve bir yemek kaşığı bal ile karıştırılır. Maske yüze sürülür ve 10 dakika beklendikten sonra temizlenir.

·         Yoğurt Maskesi:Süzme yoğurt ince bir tabaka halinde yüze sürülür. 15-20 dakika bekledikten sonra ılık su ile temizlenir.

·         Salatalık ve Gliserin Maskesi:Salatalık rendelenip bir kahve kaşığı gliserin ile karıştırılır. Bir müddet bekledikten sonra çalkalayıp yüze sürülür. Bu maske her cilt tipine uygundur , fakat cildi kuru olanlar bu maskeyi gliserin miktarını arttırarak uygulayabilirler.      

Solunumun görevi

Solunum Sistemi Soluduğumuz hava yoluyla, her tür çevresel etkiyle doğrudan ilişki kurmuş oluruz. Yaşamın soluğunu içimize çektiğimizde, bu havayı tüm insanlarla, yeryüzündeki tüm canlılarla paylaşmış oluruz. Solunum yoluyla, ağaçlarla ve denizlerle bütünleşiriz. Bir dakika boyunca 10-15 kere soluk alırız. Her gün binlerce balonu şişirebilecek kadar havayı kullanmamız gerekir. Böylece beden, yaşam kaynağı oksijeni havadan alır ve kanda oluşmuş olan karbondioksiti hava yoluyla dışarı atar. Soluduğumuz havanın yalnızca beşte biri oksijendir. Bedenimiz, yaşamını sürdürebilmek için bu elemente muhtaçtır, çünkü yaşam için zorunlu kimyasal enerjiyi ancak onun sayesinde sağlayabilir. Pek çok hücre, bir süre oksijensiz kalabilir, ama bazı hücrelerin oksijen gereksinimi süreklidir. Örneğin, beyin hücreleri oksijensiz kaldıkları birkaç dakika sonunda ölürler ve bu ölümün geriye dönüşü yoktur. Solunum ve dolaşım sistemleri, beden hücrelerinin oksijenle beslenmesinden sorumludurlar. Soluk alıp verme ritminin düzenlenmesi ise beyinde programlanır. Aldığımız her solukla, gerekli yaşam enerjisini içimize çekeriz. Bu nedenle, gaz değiş tokuşunun engellenmesine yol açan solunum problemleri, bedensel canlılığın azalmasına, metabolizma sorunlarının artmasına ve dokuların yıkımına yol açar. Solunum sisteminin işlevi ve oluşum biçimi, uyum ve bütünlüğün karmaşık, ama güzel bir örneğini oluşturur. Solunum hastalıklarına karşı önlemler Yalnızca beslenmemiz değil, solumamız da bizi biçimlendirir. Solunum yalnızca başka organları ve sistemleri etkilemekle kalmaz, hastalıklara da yol açabilir. Beden bir bütün olduğuna göre, bu etkileşimin ters yönde gerçekleşmesi de olasıdır. Akciğer tedavisinde, dolaşım sisteminin durumu da göz önünde bulundurulmalıdır. Kalp ve dolaşım sistemi hakkında öğrendiklerimiz, akciğerler için de önemlidir. Bu doğrultuda, sindirim sisteminin ve özellikle dışkılama organlarının durumuyla da ilgilenmek gerekir; çünkü akciğerler, bağırsakların, böbreklerin ve derinin görevini, yani bedende oluşan atıkların dışkılaşma görevini paylaşır. Bu organlardan herhangi birinde bir problem oluştuğunda, beden, öteki organlara daha fazla görev yükleyerek, dengeyi sağlamaya çalışır. Ama, atıkların dışkılaşmasında akciğerlerin rolü sınırlıdır. Örneğin, bağırsaklardaki bir tıkanıklığa akciğerler çözüm üretemez. Doku ortamı sürekli olarak oksijenle beslendiğinde, pek çok hastalıklı doku değişiklikleri önlenmiş olur. Kan dolaşımı yoluyla dokulara taşınan oksijenin miktarı ise, öncelikle solumaya bağlıdır. Değinilen konulara bakıldığında, bu sistem için öngörülecek olan önlemlerin, öncelikle düzenli beden hareketleri yapmak ve doğru solumak olduğu görülür. Solumak, farkına varılmadan gerçekleşen bir işlevdir, ama doğru ve bilinçli solunumun değeri anlatılmakla bitmez. Tüm hastalıklarda olduğu gibi, burada da geçerli olan başlıca kural şudur: En etkili önlem, doğru yaşam biçimidir. Beslenme, hareketlilik ve yaşam kalitesi, akciğerlerin sağlığını büyük ölçüde etkiler           

Duyu Organı

Dışarıdan gelen uyartıları alarak,bu uyartılara cevap veren organlara duyu organları 
adı verilir.Göz,kulak,burun,dil ve deri olmak üzere beş tane duyu organımız vardır.
 

1.      GÖZ

Görme organımızdır.Dıştan içe doğru sert tabaka,damar tabaka ve ağ tabaka olmak üzere 3 kısımda incelenir.Gözü koruyan yapılar:
Kaşlar,göz kapakları,kirpikler,göz yaşı bezleri ve göz kaslarıdır.
Görüntü ağ tabakadaki sarı beneğe ters olarak düşürülür.Burada oluşturulan görsel algı,reseptör hücreler vasıtasıyla optik sinirlere aktarılır.Beyne iletilir.Beyin görüntüyü düzeltir.
 

2.      KULAK

Kulak duyma ve denge sağlamamızda görevlidir.Dış kulak,orta kulak ve iç kulak olmak üzere 3 kısımda incelenir.Dış kulak yoluyla toplanan ses dalgaları kulak zarına çarparak, bu zarı titreştirir.Titreşimler çekiç,örs, üzengi kemikleriyle orta kulaktan iç kulağa iletilir. Salyangoz içindeki sıvıda dalgalar halinde ilerleyerek korti organındaki işitme hücrelerini uyarır. Uyartılar beyne iletilir. 

3.      BURUN

Koku alma organımızdır. Burun boşluğu sapan kemiği ile sağ ve sol bölmelere ayrılır. Her bölme de üst, orta ve alt bölmelere ayrılmıştır. Üst kısım, koku alma duyusunun geliştiği sarı bölgedir. Bu yapının tümünde makus ve titrek tüyler yer alır. Maddelere kokularını veren moleküller makus içinde çözünerek sarı bölgedeki sinirleri uyarır. Uyarının beyne iletilmesiyle koku algılanıyor.

4.      DİL

Tat alma, çiğneme, yutma ve konuşmaya yardımcı organımız. Dilin üzeri çok katlı yassı Epitel doku ile örtülü. Epitel hücrelerinin arasında, üzerinde tat alma tomurcuklarının bulunduğu papilla yer alıyor. Tükürükte çözünen maddeler duyu hücrelerini uyarır. Bu uyartılar sinir hücreleriyle beyne iletilir ve tat alma gerçekleşir. Dilin uç kısmı tatlı, arka kısmı acıya, arka yanlar ekşidir.

KUSMA

3 Toksit Bakteriyel Besin Zehirlenmesi A.R Eley Bakteriyrel besin zehirlenmesi bağırsağa bulaşmasıyla başlar. (bölüm 2) . bunun sebebi besinlerde üretilen toksinlerin önceden bağırsağa nifız etmesidir (tablo 3.1) Bu bölümde toksin üretmekten sorumlu organizmaları örneğin staphylococcus aureus, clostridium botulinum, bacillus cereus ve diğer bağırsağa etki eden toksinleri mesela clostridium prefingens, B. cereus (ishal), enterogenic Esherichia coli (ETEC), ve enterohaemorrhagic Eschericha Coli (EHEC)(Tablo 3.2). Shigella,pleisiomonas ve aeromonas gibi arasırada olasa besin zehirlenmesiyle birleşerek toıksin üreten ve bölüm 4te tartışacağımız diğer bahkteriler. 3.1 STAPHYLOCOCCUS AUREUS 3.1.1 Patogenesis Besinle taşınan toksinlerin bakteriler tarasından bağırsağa salgılanmasıuyla Staphylococcal besin zehirlenmesi olur.Bunlar Staphylococcal entoksin ve 8 serolojik ayrı tür(A,B,C1,C2,C3,D,E ve F)bunlarda uzun zamandan beridir belirlenmişti.Entertoksin F toksinlerin şok toksin sendromlarının biyokimyasını gösterir.Toksit şok sendrom toksin1(TSST-1) aybaşı boyunca kullanılan tamponlarlaçok sık işbirliği yaparak toksin şok sendromunu üretir. Öncül patogenesis deneyimler bize Staphylococcal besin zehirlenmesinin cholera toksin gibi klasik bir entertoksin olmadığını göstermiştir.Ta ik bağırsak salgısıyla direk rol oynadığını bilene kadar.Toksinlerin hareketleri bağırsakta etkili olmasına rağmen stimulus kusma merkezine etki ederek beyin yoluyla vagus nörüne ve neurotoksinlere ulaşır. Besindeki bakterinin aktif büyümesi devam ettikçe toksin üretimi devam eder ve bu depolama denilen olay sık devam eder.Her toksin tek başına bir polypeptide zinciridir ki bu zincir 30 dakikanın özerindeki kaynamalara karşı birçok proteoytik enzimleri korur.Ama yinede bu sebzesel salgılar bazı durumlarda hayatta kalamazlar.Örneğin eğer toksin besinin içerisinde üreyebilirse pişirilme işleminden sonra bakteri ölse bile toksin faaliyetlerini eksiksiz sürdürebilir.Entertoksin türlerinden en çok tellaffuz edeleni(besin zehirlenmesinde)Staphylococcal entertoksin A(deniz) ki bu entertoksin yaklaşık %75ini kapsar organızmada SED de besin zehirlenmesinin 2. en önemli nedenidir.Öncül çalışmalar entertoksin türlerindeki bir birlikteliği besinler ve staphylococci(ör. insan derisi)ni kaynak göstermiştir.Her ne kadar birçok bulgu bu entertoksin üretildiğine dair SEA dan daha fazlaysa da kliniksel kanıtlar çok daha doğru orijinal düşüncelerden.Genellikle,yaklaşık olarak %15-20si staph. areusinsan vücuduna entertoksin olarak bulunur;bu da bize besin-ellemenin bulaşmaktaki önemini gösterir. 3.1.2 Kliniksel Makaleler ve Tahminler Bu tür besin zehirlenmeleri karakteristik bulantı,kusma,karın ağrısı ve halsızlıktır çok sık olarak ishal görülür ama az olarak görünmeyebilir.Zehirli besinin alınmasından yaklaşık olarak 1 ile 6 saat sonra kendisini gösterir.Ama bir çok hasta genelde 24 saat içerisinde tamamen toparlanır. Spesifik bir terapinin olmaması ve organizmanın yavaşlaması bize semptomların ciddi şekilde yeterli olduğunu ve %10un üstünde vakalar dışında hastahaneye gerek olmadığını gösterir. 3.1.3 Vaka ve epidemiology (Salgın Hastalık) Birleşik Amerikadaki ikinci en sık rastlanan besin zehirlenmesi vakası ve tutanaklara göre Macaristanda.İki ülkede de beslenme alışkanlıkları aynı gibi ve tabii ki salgın oranı da öyle.Bilinen yemeklerle ve birçok besin aracılığı ile Birleşik Devletlerdeki hastalığın salgın olduğu öne sürülüyor.Grafikler gösteriyor ki staph.aureus besin zehirlenmesine İngiltere ve Japonyada çok az rastlanılıyor.Her ne kadar bu oranların kaydedilmesi zor olsa da görüntü bu. Staph.aureus genellikle besinlere insan tarafından taşınıyor;yani bu insan eliyle veya çapraz contamination denilen(kaşık,bıçak,kürdan,cam,düğme)gibi durumlarda oluyor.Özellikle inek ve sığırlarda alınan günlük ürünlerde enfeksiyon bulaşabilir,%25 ile %50 oranında staph.aureus insanlardan besinlere bulaştırıl

NEFES DARLIGI

Sadece efor sırasında oluşabileceği gibi ağır vakalarda istitrat halinde bile olur.

A:solunum sistemi tümörleri                             F:ağır anemiler  

B:astma bronchiale                                        G:hipertiroad  

C:bronşit                                                     H:zehirlenmeler 

D:şişmanlık ve gebelik                                     İ:psikolojik olaylar

ÖKSÜRÜK

1. BÖLÜM ÇOCUK SAĞLIĞI BEBEĞİN TEMEL GIDASI Anne Sütü: Bebeğin büyüme özelliklerine ve ihtiyaçlarına en uygun gıda anne sütüdür. Zaruri durumlar olmadıkça anne sütünden vazgeçilmemelidir. Bu konu üzerinde peygamberimiz hadisi şeriflerinde bebek anne sütünden mahrum edilmemeli, ondan daha hayırlı süt yoktur buyurmuşlardır. Anne Sütünün Oluşumu: Doğumdan sonra anne beyninde bulunan Hipofiz adlı salgı bezinden salgılanan prolakdin adlı maddenin uyarısıyla annenin memelerinde süt yapımı başlar. Bebeğin memeyi emmesi sırasında beyindeki merkezden oksitosin denilen hormonun salgılanmasıyla süt kanalları kasların kasılmasıyla kasılmasını sağlayarak sütün dışarı akmasını sağlar. Memeden geçen her 300 mililitre kandan 1 mililitre süt oluştuğu hesaplanmıştır. Anne Sütünün İçinde Neler bulunur: Anne sütünün içinde bebeğin ihtiyaçlarına cevap verebilecek oranda şeker, protein, yağ, madensel tuzlar ve vitamin bulunur. Anne sütünün faydaları sayısızdır. En belli başlıları ise kolay sindirilmesi, ishal, kabızlık, gaz sancısı gibi rahatsızlıklar daha az olur. Bebek hastalıklarından çocuk felci, solunum ve bağırsak hastalıkları daha az görülür. Anne sütünde demir, kalsiyum ve D vitamini bulunduğundan bebekte kansızlık ve kalsiyum eksikliğiyle ilgili kemik zayıflığı görülmez. Beynin gelişmesine lüzumlu olan yağ asidi anne sütünde daha fazla bulunur. Bebeğin anne sütüyle beslenmesi anne ile çocuk arasında psikolojik bir yakınlıkla manevi yönde de gıdasını alır. ÇOCUĞUN SÜTTEN KESİLMESİ Çocuğun sütten kesilmesi dinimizde Kuran-ı Kerimde Ahkaf ve Lokman surelerinde 30 ay ile iki yıl arasında belirlenmiştir. bakara suresinde iki yıl olarak hükme bağlanır. Anne ve babanın anlaşarak daha önce de sütten kesmeleri halinde sorumlulukları yoktur. Vaktinden önce bebeğin sütten kesilmesi çocukta uykusuzluk, heyecan, kızgınlık, iştahsızlık ve kusma gibi durumlar meydana getirebilir, çocuğa alıştırarak kademeli olarak sütten kesmelidir. Yolculuk, iş çıkarma, koruyucu aşı zamanlarında sütten kesmemelidir. Sütten kesilen çocuğun bir yıl içinde demir eksikliği olacağından ara sıra yağsız et, yeşil sebzeler verilmeli sağlık yiyeceklerden, pirinç; patates, meyve verilmeli, ayrıca bir yiyecek günlüğü tutmanın faydası vardır. ÇOCUĞUN SAĞLIĞI İÇİN YETERLİ UYKU ŞART Yeni doğan bebekler günün büyük bir kısmını uykuda geçirir. İlk iki ay süresince 16-18 saat uyurlar. Bazan uykusu geldiği halde huzursuzlaşır. Yemekten önce ağlarlar. Bunlar normal sayılmalıdır, fakat bir rahatsızlığı olup olmadığı araştırılmalıdır. Bezinin kirli olması, bir yerinin ağrıması, üşümek veya terlemek gibi rahatsızlığı varsa ortadan kaldırılmasıyla rahat ve normal olarak uyur. İlk aylarda gaz sıkıntıları olacağından kucağa alıp gaz sıkıntısından kurtarmalıdır. İyi bir uyku alışkanlığı kazandırmak için, belli saatlerde odasının havalandırılarak kendi kendine uyumaya alıştırılmalıdır. Çocuğun uykusunun sünnete göre tanziminde ise, çocuklar sabah namazında uyandırılmalı kerahat vakti çıkıncaya kadar uyku uyumalarına müsaade edilmemeli, yatsı namazına kadar yatırılmamalıdır. Çocuğunuz uykuya dalmakta zorluk çekiyorsa bunun sebepleri araştırılmalıdır. Çoğu zaman organik bir hastalığın belirtisi olabilir. Yeni doğan bebekler zamanının beşte dördünü uykuda geçirir. Uykusuzluğun başlıca sebepleri ateş, karın ağrısı, kulak ağrısı, açlık ve öksürük olabilir. Çoğu zaman azarlanan ve dövülen ailedeki kavgalara şahit olan çocuklar kolaylıkla uyuyamaz, uykusuzluk çocukta sert mizaç geliştirir. Uykusuzluğa karşı ebeveynlerin alabileceği tedbirler ise yatmadan önce çocuğa korkulu masallar anlatmamalı, uyku kaçıracak oyunlar oynamaması sağlanmalı, aile içi kavgalar çocuk önünde yapılmalıdır. Yatmadan önce bir bardak süt uyumasını sağlayabilecektir. ÇOCUKTA İŞTAHSIZLIK PROBLEMİ Çocuklarda iştahsızlık sebebi olarak ateşli hastalıklar sarılık, nezle, grip, sinir hastalıkları, düzensiz yemek, çocukta iştahsızlık yapabilir. Bu durumda sevdiği ve yenmesi kolay yemeklerle beslemeli, fazla ısrarcı olunmamalıdır.            

SAÇ DÖKÜLMESİ 

Deri ve Yapısı
Simge Demiral

DERİ

Dokunma duyusu organı olan deri vücudun üstünü kaplar. Doğal deliklerin içi, sindirim ve solunum organlarının iç ve dış yüzeyleri de mukoza denilen yalınkat bir deriyle kaplıdır Derinin üstünde kıllar ve gözenek adı verilen çok küçük delikler bulunur.

Derinin Yapısı

Deri üstderi ve altderi diye iki kısma ayrılır. Altderinin altında da derialtı dokusu denilen yağlı bir tabaka yer alır. Bu tabaka derinin kaslar ve kemikler üstünde kalmasını sağlar. Bundan yararlanılarak hayvanların derisi kolayca yüzülebilir.

Üstderi’nin kalınlığı bir milimetrenin onda biri kadardır. Üst kısmı cansız (boynuzsu tabaka), alt kısmı canlıdır. Üstteki ölü hücreler aşınıp döküldükçe alttan yeri doldurulur. Malpigi tabakası da denen canlı kısımda deriye rengini veren boya maddeleri bulunur.

Altderi esnek ve dirençlidir. Kılcal kan damarları, sinir uçları, kıl kökleri, ter ve yağ bezleri bu kısımda bulunur. Kıl’ın gövdesi cansız, fakat kökü canlıdır. Kıl günde ortalama 0,2 mm kadar uzar. Kan dolaşımı arttıkça kılın büyümesi de hızlanır. Kötü beslenme ve kötü kan dolaşımı kılların dökülmesine yol açar. Bazı hastalıklar da kılların dökülmesine sebep olur (kellik, saçkıran v.b.). Kılların beyazlaşması ise kıl soğanındaki boya maddelerini akyuvarların yok etmesinden ve mikroskopik hava kabarcıklarının kıla yerleşmesinden ileri gelir. Her kılın dibinde bir irkilme kası vardır. Soğuk ve korku gibi etkiler bu kasın kasılmasına ve kılın dikleşmesine sebep olur. Kılların dibinde bulunan salkım biçimindeki bir yağ bezi durmadan yağlı bir sıvı salgılar. Bu yağ deriyi ve kılları yağlayarak sudan korur.

Derinin Duyarlığı

Deri dokunma organıdır. Dokunma, basınç, sıcak, soğuk ve acıyı algılar. Altderide bulunan sinir uçlarına bağlı duyu cisimciklerinin kimi dokunmayı, kimi basıncı, kimi sıcağı, kimi soğuğu, kimi acıyı alır. Geniş yüzeyi ve büyük duyarlığıyla deri vücudumuzun dış etkilerden korunmasını sağlar. 

SES KISIKLIĞI

ile iletişimi sağlayan ses ve konuşma insan yaşamı için çok önem taşıyan hususlardan biridir. Sesde değişiklik yaratan nedenler burun ve akciğer arasındaki solunum yolları patolojilerinde nörolojik veya psikolojik olabilir. Vokal kord lezyonlarında ilk belirti ses kısıklığıdır
Larinks; solunum, konuşma, yutma ve öksürük gibi fonksiyonlarda önemli rol oynayan bir organdır.

LARİNKS ANATOMİSİ

LARİNGEAL İSKELET
Laringeal iskelet bir kemik ve üçü çift, üçü de tek olmak üzere toplam dokuz kıkırdak oluşturur.

Hyoid Kemik
Hyoid kemik 3. servikal vertebra seviyesinde bulunan, U şeklinde ve 3. parçadan oluşan bir kemiktir. 
Tiroid Kartilaj 
Larinksin en büyük ve çıkıntılı kıkırdağı olan tiroid kartilaj, Larinksin ön ve yan duvarlarının büyük kısmını oluşturur.
Cricoid Kartilaj
Larinksin alt kısmındaki tek kıkırdaklardan biridir. Tam bir halka şeklindedir.
Epiglot
Bu kıkırdak her tarafı mukoza ile çevrili, ince lamina şeklinde bir kıkırdaktır.
Aritenoid Kartilaj
Orta hattın iki tarafında, larinksin arka kısmında ve cricoid kartilajın üzerindedir. Üçgen prizma şeklinde bir kıkırdaktır. Bu prizma tepesi yukarıda, tabanı aşağıda olacak şekilde durur. Tepesi corniculate kartilaj ile eklem yapar. Tabanının ön köşesine processus vocalis denir ve buraya ligamentum vocale tutunur.
Cuneiform Kartilaj
(Wrisberg Kıkırdağı)
Ariepiglottik fold içerisinde bulunurlar. Farklı büyüklükte olabilen bu kıkırdaklar bazen bulunmazlar.

LARİNKSİN EKLEMLERİ
Larinsin kıkırdakları arasında fonksiyonel yönden önemli olan krikotiroid ve krikoaritenoid eklemler bulunmaktadır.
Krikotiroid Eklem
Tiroid kıkırdağın inferior kornusu ile krikoidin posteromedial parçası arasındaki küçük bir eklemdir. Eklem kapsülle çevrilidir. Eklem kapsülü sinovyal zar ile örtülüdür. Eklem çoğunlukla iki tarafta asimetriktir ve öne ve arkaya harekete izin verir.   

TERLEME

KONUTLARDA ENERJİ EKONOMİSİ Konutlarda enerji ekonomisinin başlıca yolu ısı yalıtımından geçmektedir. Isı yalıtımı, kullanılan enerjiden tasarruf sağlanması nedeniyle bir parasal tasarruf ortaya çıkartmaktadır. Isı yalıtımıyla ortaya çıkan diğer bir sonuç, daha az yakıt ve daha az baca gazı nedeniyle çevre kirliliğini azaltıcı yönündeki etkisidir. Bu bölümde, binanın; yapısını, konumunu ve kullanım amacını belirleyen unsurları, binalarda ısı yalıtımını, bina elemanlarında yalıtım uygulamaları, ısı yalıtımının çevre kirliliğine etkisini, su buharı geçişi ve terlemenin kontrolünü, optimum yalıtım kalınlığının hesabına uygulamaları, binalarda projelendirme aşamasında alınabilecek enerji tasarrufu önlemlerini ve ekonomik analizi işlenecektir. 1.1. Isıl Konfor İnsanların çalışma verimlerini bulundukları ortamın sıcaklığı büyük oranda etkilemektedir. Çalışma ortamının ısıl şartları, insanların bedensel ve zihinsel üretim hızını etkilemektedir. Isıl konfor ve iç hava kalitesi, bireyin bir ortamdaki ısıl şartlar içinde kendisini rahat hissetmesi ve bu şartlardan doğan sağlık sorunları ile karşılaşmayacağı bir ortamın özellikleridir, insan sağlığı onun üretimini doğrudan etkileyen bir faktördür. Eğer insan bulunduğu ortamın sıcaklığı nedeniyle hasta oluyorsa ya işe gidemeyecek, işi tamamen aksayacak ya da işte bulunduğu ortamda daha verimsiz çalışacaktır. Çalışma veriminin sıcaklıkla değişimine ilişkin diyagram Şekil 3.1de verilmiştir. Benzer çalışmalar aktif iş, yavaş iş, kış giysisi hafif giysi gibi faktörler göz önüne i alınarak da yapılmıştır. Ortam sıcaklığı ve konforu iş yerlerindeki iş kazalarını bile etkilediği kaydedilmektedir (TOKSOY, M., 1995). İç hacimlerin konfor durumunun belirlenmesinde, iç hacim hava sıcaklığı, iç bağıl nem, iç hacim hava hızı, malzemelerin ısı depo etme yeteneği ve iç yüzey uçaklıkları etkili olmaktadır, iç yüzey sıcaklığı konfor ortamının belirlenmesinde bir faktör olmaktadır, iç yüzey sıcaklıklarının konfor sıcaklıklarında olması yakıt tüketimini de azaltacaktır, iç yüzey sıcaklıklarının düşük olması hava akımlarını artıracağından, iç ortam sıcaklığı normal düzeyde olsa bile konforsuzluk ortaya çıkartacaktır. İç yüzey sıcaklığı aşağıda verilen ifadeden hesaplanabilmektedir: Şekil 1.1. Sıcaklığın Çalışma Verimine Etkisi (TOKSOY, M., 1995) (3.1) Denklem (3.1)deki sembollerin anlamları aşağıdaki gibidir: Tiy İç iç içayüzey sıcaklığı, Tiç iç ortam sıcaklığı, Tdış Dış ortam sıcaklığı,   IsıLdış Dış ortamın ısı taşınım katsayısı, aortamın ısı taşınım katsayısı,  geçirgenlik direnci. Isı geçirgenlik direnci 1/A olup, Denklem (2.2)de aşağıdaki gibi verilmiştir: Denklem (3.1) ve (2.2)den görüldüğü gibi iç yüzey sıcaklığı iç ve dış ortam hava sıcaklıklarına, iç ve dış yüzeyin ısı taşınım katsayılarına ve yapı malzemesinin ısı geçirgenlik direncine bağlı olmaktadır. İç yüzey sıcaklığının ortam sıcaklığına 2-3°C gibi yakın sıcaklık farklarında olmasının konfor hissi yarattığı belirtilmektedir. Çeşitli konfor durumları için iç ortam sıcaklığı ile iç yüzey sıcaklığı arasındaki ilişki Çizelge 3.1de görülmektedir. Çizelge 1. Çeşitli Konfor Durumları İçin İç Ortam ile İç Yüzey Sıcaklıkları Arasındaki Fark (PEHLEVAN, A., 1993) Ti - tiy °C Konfor Durumu 2 Çok konforlu 3 Konforlu 4 Az konforlu 6 Konforsuz 8.5 Soğuk 8.5 Çok soğuk İç yüzey sıcaklığının konfor şartlarında kalması için, Denklem (3.1), (2.2) ve, Çizelge (3.1) göz önüne alınarak dış duvar malzemesi ve kalınlığı tespit edilebilir. Konfor sıcaklığının sağlayacak ısı geçirgenlik direnci değerleri verilmiş duvar kullanıldığında konforlu bir ısınmanın yanı sıra yoğuşmaya da engel olunabilmektedir. Konfor ortamını sağlamada, odanın sıcaklık, nem ve hava hızı için aşağıdaki değerler verilmektedir: sıcaklık : 18-22°C nem : 35-70 % hava hızı : 25 m/sn Konforsuzluğa neden olacak hava hızları pencere ve kapıların yeterince sızdırmaz olmamasının yanışına, iç yüzey ve ortam sıcaklığı arasındaki farkta olabilir.

VİTAMİNLER

            Vitamin A (beta-Karoten): deri,gözler ve kemikler için gereklidir. Antioksidandır . akciğer, mide,yemek borusu, gırtlak ve idrar kesesinde oluşabilecek tümörleri başlangıç aşamasında önler.

            Vitamin B1 (Tiamin): sıcak, ışık, ve etkilenip zarar görür. Pişirilerek alındığında kayba uğrar. Doku oluşumu destekler. Glikozun yanmasının etkisinden dolayı enerji verir.

            Eksikliğinde dişeti hastalıklarına, diş çürümelerine, yorgunluk, depresyon, kabızlık, ve beriberi hastalığına sebep olur. Çocukların büyüme ve gelişmeleri için ok gereklidir.

            Vitamin  B2(riboflovin): ışık ve ısıdan etkilenip zarar görür. Vitamin B6 işle birlikte kan hücrelerine etki ederler. Eksikliğinde deri hastalıklarına, göz hastalıklarına sinirsel bozukluklarına , büyüme bozukluklarına sebep olur.

            Vitamin B3 (Niacin): metabolizmaya enerji sağlar ve metabolizmayı ayarlar. Derinin , kasların ve sinirlerin yenilenmesini destekler. Eksikliği çocukların büyümesine önler ve Pellegra hastalığına sebep olur.

            İlk çalışmalarına 1952 yılında başlayan Dr Abram Hoffer M.D.,PH,D. Niacinin yüksek dozlarına uygulayarak bir çok şizofreni hastasını iyileştirebilmiştir.

            Vitamin B6 (pyridoksin): ısı ve ışıktan etkilenir. B2 Vitamini ile birlikte çok önemli metabolizma işlevlerinde etkili olur. Sinir bozukluklarına (örneğin) vatan hasreti hastalıklarına ), kansızlığa, deri ve göz hastalıklarına iyi gelir.

            Vitamin B12(cobalamin): ışık hava ve ısıdan etkilenir. Genel olarak ette bulunan bu vitamin çok az bitkide bulunur. Sinir hücrelerinin işlevi ve metabolizma için çok gerekli bir vitamindir. Kan hücrelerinin oluşmasını destekler. Eksikliği bir çok sinirsel rahatsızlığa ve kansızlığa sebep olur.

            Vitamin C (Askorbikasit): ışık, ısı ve havada bozulur. A ve E vitaminleri ile birlikte çok güçlü bir antioksidan etkiye sahip olduğundan savunma sistemini kuvvetlendirir ve enfeksiyonlara karşı koyar. Dişler ve kemikler için çok gereklidir. Damar yapısında, zedelenme ve yaralanmalarda çok önemli rol oynar. Kanser yapısında etkisi olan Nitrosaminleri  durdurarak kanseri engeller. Tüm vücudumuz için çok gerekli olan bu vitamini vücudumuz kendisi (hayvanlar kendileri üretebilirler) üretemediğinden mutlaka dışardan almak zorundayız. Eksikliğinde iskorbik hastalığı oluşur.

            Vitamin E (Ttocopherol): A ve E vitaminleri ile birlikte hücreleri serbest radikallerden koruyan  önemli bir antioksidandır. C vitamini ve karotenoidler, E vitamini ile birlikte yeteri kadar bulunurlarsa hücreleri hasar görmekten korurlar. Böylece büyük bir olasılıkla kanser oluşumuna da karşı koyalar. Eksikliği konsantrasyon gücünü kasları ve savunma sistemini zayıflatır. Böylece enfeksiyonlar, kanser gibi hastalıklar , romatizma , diyabet, damar sertliği ve inmeler oluşabilir. Kalp hastaları savunma sistemi zayıf olanların (en fazla 100 mg kadar yüksek dozlarda) kullanmaları faydalıdır.

            Karotenoid: Serbest  radikalleri etkisizleştiren önemli bir antioksidandır.

            Karoten : A vitamini olarak da adlandırılan güçlü bir antioksidandır.

            Beta-Karoten: vitamin A oluşumundan bir önceki basamakta yer alır. Vücudu korur. Hastalıkların iyileşmesini hızlandırır. Gözleri kuvvetlendirir.

            Cholin : B kompleksi vitaminlerdir. Sinir sistemi ve beyin fonksiyonu için önemlidir. Bu yüzden Alzheimer hastalığına olumlu etkisi vardır. Karaciğer toksinlerden temizler. Sakinleştirici ve kolestrolu kontrol edici bir etkiye sahiptir.

            B3, B5,, B6 ve B12 vitaminleri bazı minerallerle koordinasyon içinde çalışarak beyin fonksiyonlarına çok olumlu etki ederler.

MİNERALLER

Kalsiyum: kemiklerin ve dişlerin büyümeleri ve sağlam olmaları için gereklidir.

Krom  : kan şekerini dengeler. Glikoz oluşum ve dönüşümüne yardımcı olur.  

Bakır: Kanın oluşmasına yardımcı olur.

Demir : Vücudun enfeksiyonlara direncini arttırır. Kırmızı kan hücrelerine oksijen taşır.

Magnezyum : Kemik yapımında rol oynar. Histadin adlı amino asidin, histamini şekerlenmesini önler. Histamin şiddetli kaşıntı gibi alerjik reaksiyonlara sebep olur. Ancak histaminin şekerlenmesine engel olan kaşıntı durdurucu anti alerjik bir rol oynar.

Mangan : Kasları ve sinir sistemini besler eksikliği kansızlığa, ostropoza, cinsel organlarda işlevler bozukluklara ve büyüme bozukluklarına sebep olur.

Fosfor: Diş ve kemik büyümesinde etkilidir. Enerji metabolizmasında da  rol oynar.

Potasyum : Hücre içerine madde giriş çıkışlarında ve hücre metabolizmasında rol oynar. Kaslara enerji sağlar.

Selenyum :Antioksidan enzimlerle birlikte olur ve onlar tarafından kullanılır.

Sodyum : Potasyumla birlikte vücut sıvılarını dengede tutar. Aminoasitlerin ve glikozu hücrelere taşır

Çinko : Savunma sistemini kuvvetlendirir. Büyümeye yardımcı olur.

Kaliyum : Sinir sisteminin işlevselliği ve asit dengelenmesi için önemlidir.Natrium ve  Chlorid ile birlikte vücudun su depolayışını dengelerler. Eksikliği kas zayıflıklarına yada felçlere neden olurlar.

Klor : Mide asidinin oluşumunda etkilidir. Eksikliği kramplara,düşünce tembelliğine ve iştahsızlığa neden olur.

Natriyum : Kan basıncının düşmesini engeller. Yemek tuzu şeklindeki çok fazla alımı tansiyon yüksekliğine sebep olur.

Kaliyum sorbat: Bir çok enzimin işlevselliği için önemli ve gereklidir. Sinir ve kas hücrelerinin işlevler,ini düzenler

ENZİMLER

Sindirim enzimleri vücut için gerekli olan kimyasal redikasyonların oluşmasına yardımcı olurlar. Gıdalarımız içinde yer alan proteinlerin aminoasitlere dönüştürülmesine ve daha sonra bu animoasitlerin vücut proteinine dönüştürülmesinde en büyük rolü sindirim enzimleri oynarlar.

Amylase : yağları ve şekerleri parçalayarak sindirime yardımcı olur.

Bradykininase : ağrı giderici ve iltihap giderici (antiinflammatör) etkiye sahiptir. Savunma sistemini uyarıcıdır.

Catalase : dokularda su toplanmasına engeller.

Cellulase: Selulozun sindirim,ine yardımcı olur.

Creatine phosphokinase : kaslarda enerji toplanması ile ilgilidir.

Lipase : Yağ parçalayıcı olarak sindirimde rol oynar.

Proteolytiase: Gıda parçalanmasına yardımcı olur.

Ve diğerleri Oxidase, Alimase, sgot, Transaminase, Lactic dehydrogenase, Nudeotidase. Spot Transaminase, spgt Transaminase.

           

MONO ve POLYSAKKARİDLER

Acemannan savunma sistemini harekete geçirmekte önemli bir rol oynar. O , tümör ve bakteri öldürücü beyaz kan hücrelerini uyarır ve bu hücrelerin çoğalmasını sağlar. Bu şekerler dışarıdan kullanıldıklarında cildin nemlendirilmesinde başlıca rol oynar. Mucopolysakkarinler  normalinde 10 yaşımıza kadar vücudumuzda üretilirlerse de, 10 yaşından sonra vücut dışı kaynaklardan alınmaları savunma sistemimiz için gereklidir. 

LİGNİN ve SAPONİNLER

Lignin : California’dan Elizabeth Burdick’e (biyokimyager) göre bitki tıpkı bir taşıyıcı kamyon gibi de görmemiz gerekiyor. Çünkü cilt sağlığı için gerekli olan suyu, aminoasitleri, vitaminleri. Minareleri ve enzimleri kamyona yükleyip cildin en alt tabakalarına taşır. İşte cildimizin sağlığına ulaşabilmesi için önemli olan bu taşıma, cildin derinliklerine hızla  nüfus edebilme özelliklerinde bulunan Lignin maddesi sayesinde gerçekleşmektedir.

Sponin : temizleyici,antiseptik ve anti mikrobik özelliklere sahiptir.

ANTRAGİNONLAR

Antraginonlar ağrı dindirici ve müshil etkisine sahip özelliklerdedirler.

Antimikrobik özelliklere sahip olan antraginonlar sindirim sisteminin çalışmasına da yardımcı olurlar.

Aloin ve Emodin: Acı kesici ve ağrı dindirici- ayrıca antibakteriyel ve antiviral özellikler.

Barbolin ve İsobarbolin: Antibiyotik özellikleri ve ağrı kesici etki.

Anthranol, Anthracen ve Aloetic asit: Hiçbir toksin etkisi olmaksızın antibiyotik etkisi.

Aloe Emodin: Müshil etkisi.

Cinnamic asit: Anestezik etki- ölü dokunun çözülmesine yardımcı.

Chrysophanic asit: Mantar öldürücü etki.

Ethereal yağ: Teskin edici ve ağrı kesici.

Tesistannol: Bakteri öldürücü.

            YAĞ ASİTLERİ

Yağ asitleri, gıdasal yağların yapı taşlarını oluştururlar. Kimyasal yapılarına göre vücutta çok değişik etkilere sahiptirler. Örneğin kolesterol düzeyine etki ederler.

Enerji taşıma görevlerinin dışında yağda çözünebilen (A-D-E-K) vitaminlerini vücuda yararlı hale getirirler.

Kollestrol: Önemli bir anti-inflamatör

Campesterol: Önemli bir anti-inflamatör

Beta-Sitosterıl: Önemli bir anti-inflamatör

SALİSİK ASİT

Salisik asit aspirinin sahip olduğu özelliklere benzer özerliklerdedir. Anti-inflamatör ve anti-bakteriyel özelliklerdedir.

AMİNO ASİTLER

Amino asitler tüm vücut işlevselliği için ciddi öneme sahiptirler. Onlar beyinin de işlevselliğini etkilediklerinden depresyon tedavisinde de kullanırlar.

Vücudumuz için gerekli olmasına rağmen vücudun kendi üretemediği 8 farklı amino asit vardır. İşte bu 8 amino asitin de 7 si bazı bitkilerde bulunmaktadır. Önce bu 7 amino asiti ele alalım.

Lysin: vitamin C ile birlikte oluşturdukları biyokimyasal L-Carnitin sayesinde kas dokusunun çok daha iyi oksijen almasını sağlar. Böylece kasların yorulmasını geciktirir. Büyümeye yardımcı olur. Hormon ve enzimlerin üretilmesini destekler. İktidarsızlık problemlerinin çözülmesine yardımcı olur. Konsantrasyon gücünü arttırır. Eksikliği protein sentezini yavaşlatarak kas ve dokulara zarar verir.

Methinoin  

Valin: karaciğerde hiç işleme uğramadan kaslar tarafından alınır. Beynin işlevi için gerekli olan (trytoghan, phenylalin ve tyrosin) gibi maddelerin alımında rol oynar.

Threonin: karaciğerin yağ yapmasını engeller. Özellikle vejetaryenler de çok az bulunduğundan ek gıda maddeleri alınması gereklidir.

Leucin: Enerji kaynağı olarak kullanılır. Deri ve kemiklerin sağlıklarına kavuşmalarında etkilidir.

İsoleucin: Kaslar için enerji kaynağıdır. Hemoglobinin oluşumunda rol oynar.

Phenylalanin: Açlık hissi azaltır. Cinsel isteği arttırır. Depresyonu azaltır ve beyin işlevlerini daha iyileştirir.

 

SOLUNUM SİSTEMİ HASTALIKLARI   

     Solunum olayı dört aşamada gerçekleşir:

         1-Atmosfer ile (solunum sisteminde havanın ulaşabildiği en son nokta) arasında havanın içe ve dışa akımı,

         2-Kan arasında oksijen ve karbondioksit nakli,

         3-kanda ve doku sıvılardaki oksijen ve karbondioksitin hücreler içine ve dışına taşınması,

         4-Tüm bu işlemler ve solunumun diğer basamaklarının regülasyonu, 

     Akciğer genişlemesi ve daralmasında iki etken vardır;

         1-Diyafram kasının kasılması ve gevşemesi ile göğüs kafesi hacminin arttırması ve azaltması,

         2-Kaburgaların yükselmesi ve alçalmasıyla göğüs ön-arka çapının azalması ve çoğalması,

      Sağlıklı erişkin bir erkek bir dakikada yaklaşık on iki defa nefes alır ve her defasında yaklaşık 500 cc hava solunum sistemine girer.Akciğerlerde kanın oksijenle teması aralıksız olarak sürer.Nefes verilen dönemde bile akciğerlerde bir miktar hava kalır ve bu hava ile oksijenasyon işlemi sürdürürlür. 

       Solunum sistemi hastalıklarının birçoğunda dolaşım sistemi de bazı patolojiler gösterebilir.Bu yüzden bu tür hastalıklara yaklaşırken kardiyovasküler sorun bulunup bulunmadığının sorgulamasında büyük yarar bulunmaktadır.

 

HASTALIK

TANIMLAMA

AKAPNİ        

Kanda karbondioksit bulunmaması durumudur.Bazen hipokapni olarak da adlandırılır.

ALLERJİ

Bir antijen ya da allerjen tarafından tetiklenen ve vücudun savunma sistemi tarafından geliştirilen bir reaksiyon. Normalde vücuda zarar verme ihtimali olan yabancı maddelere karşı otomatik olarak oluşan bir olaydır.Fakat bazı durumlarda çok ileri boyutlarda reaksiyon gelişebilir ve vücut için riskli tablolar ile karşımıza çıkabilir.Basit cilt döküntülerinden , nefes borusunun aniden tıkanmasına kadar çok farklı tablolar geliştirebilir.

ASTMA  BROCHIALE

Duyarlığı artmış hava yollarının herhangi bir etken ile geçici olarak yaygın daralmasıdır.Nöbetler halinde nefes darlığı atakları olur.alerjik olabileceği gibi , yıllar önce geçirilmiş bir akciğer enfeksiyonuna bağlı olarak da gelişebilir.

BRONŞİT

Akciğer bronşlarında viral ya da bakteriyel enfeksiyon sonucu gelişir.öksürük temel bulgudur.

KOAH

Bir yıl içinde en az üç ay süre ile ve birbirini izleyen iki veya daha fazla yıl devam eden kronik bronşit , aşırı yapımının sebep olduğu öksürük ve balgam çıkartmak ile karakterizedir.

PNOMONİ

Enfeksiyonlar , kimyasal ajanlar , alerji gibi sebepler oluşur.Aniden başlayan titreme , üşüme ve yüksek ateş vardır.Bulantı , kusma , halsizlik , iştahsızlık görülebilir.

PULMONER EMBOLİ

Ani nefes darlığı ile baslar. Göğüs ağrısı, kan tükürme olabilir.Akciğerlere giden ana damarın pıhtı ya da başka bir nedenden dolayı aniden tıkanması söz konusudur.

TÜBERKÜLOZ

Mikobakteriyum Tüberkülozis adı verilen mikroorganizma tarafından oluşturulur. Buluşma solunum, sindirim ya da direkt yolla temas sonucu olur. Öksürük, gece terlemesi, orta derecede balgam, iştahsızlık, anemi görülebilir.

VEREM       

Tüberküloz

     Solunum sistemi hastalıklarında Aloe Vera’nın ve diğer doğal ürünlerin kullanımında her zaman akılda bulundurulması gereken belli başlı hususlar şunlardır;     

          1-Bu tür hastalıkların hemen hemen tamamı hücre yıkımı ya da hücrenin normal histolojik yapısında bozulma ile seyretmektedir. Bu yüzden tüm solunum sistemi hastalıklarında elma ya da böğürtlen gibi meyvalar ile desteklenmiş formunun kullanımının arttırılmasının faydalı olabileceği düşünülmektedir.

          2-Solunum sistemi hastalıklarının çok büyük bir bölümü enfeksiyonlarla birlikte seyretmektedir.İnsan solunum sistemi , mikropların organizmaya girmesi için açık bir kapı pozisyonundadır.Bununla birlikte akciğerlerimizi oluşturan doku , çok hassas olup , bu tür enfeksiyonlardan çok çabuk etkilenebilmektedir.Bademcikler ise , bir tür baraj gibi , mikropların aşağı solunum yollarına inmesini engelleyen bariyer görevini üstlenmişlerdir. Böyle bir anatomik yapılanmada, enfeksiyonla seyreden solunum yolları hastalıklarında doğal antibiyotiklerin kullanımı etkili olabilmektedir. Bu kapsamda sarımsak ya da arı propolisi en önemli maddeler olma özelliğini göstermektedirler.

          3-Solunum yollarının en önemli enfeksiyöz hastalıklarından birisi de Tüberkülozdur.Halk arasında “verem” ya da “ince hastalık” olarak tanınan Tüberküloz , yüzyıllar boyu toplum sağlığını tehdit eden çok önemli bir hastalık olma özelliğini göstermiştir.

          4-Solunum yollarının bir diğer önemli hastalık grubunu da alerjik hastalıklar oluşturmaktadır.Alerjiye neden olan ve organizma tarafından salgılanan “histamin”adındaki madde üzerinde etkisinin bulunduğu bilim çevrelerince bilinmektedir.Buna ek olarak arı poleninin kullanımı ile e bu tür alerjik hastalıklarda olumlu sonuçlar elde edilebilmektedir.

          5-Solunum sistemi “serbest radikal” olarak bilinen ve insan vücuduna dış ortamdan giren ve zarar veren maddelerden de fazlasıyla etkilenmektedir.Serbest radikallerle mücadele en önemli maddelerin başında da vitamini gelmektedir.Bu tür şikayeti bulunan ya da risk altındaki kişilere vitamini takviyesi ileri dönemlerde ortaya çıkma ihtimali bulunan hastalıklara karşı korunmak anlamında etkili olabilir.

          6-Tümörel oluşumunlarda ise , mümkün olduğu kadar yüksek konsantrasyonda , istenen sonucun elde edilmesi için etkili olabilecektir.

 ÜRÜNER SİSTEM HASTALIKLARI

Böbrekler iki büyük görev yaparlar;

          1-Vücutta metabolizma sonucu oluşan son ürünlerin atılmasını sağlarlar.

          2-Vücut sıvılarının dengesini ve yoğunluklarını kontrol ederler.

Her iki böbrekte yaklaşık 2.400.000 nefron adı verilen ve her biri kendi başına idarar üretebilme yeteneğine sahip fonksiyonel birim bulunmaktadır. Nefron , esas itibariyle sıvının süzüldüğü bir glomerül ve uzun bir tüpten oluşur.Kanın glomerüllerden süzülmesini takiben açığa çıkan sıvı bu tüplerden geçerek idrar haline dönüşür.Daha sonra üreterler aracılığıyla mesanede biriken bu idrar uretra kanalıyla vücuttan atılır.70 kg’lık bir kimsede iki böbrekten geçen kan miktarı yaklaşık 1200 ml/dakikadır.Belli başlı üriner sistem hastalıkları ve bu hastalıkların karakteristik tanımlamaları şu şekildedir;

HASTALIK

TANIMLAMA

ASETONÜRİ

İdrarda aseton düzeyinin normalden fazla olması hali.Yağ oksidasyonunun tamamlanamaması sonucu görülür.

BÖBREK TAŞLARI(ürolitiasis)

Yerleşim yerine ve taşın kimyasal özelliklerine göre farklı gruplara ayrılırlar.Eğer taş belirli bir bölgede sabit duruyorsa ve hiç oynamıyorsa , sessiz kalır ve sancı yapmaz.Hareketli , küçük taşlar en fazla sancıya sebep olanlardır.Beslenme alışkanlıkları ve genetik faktörler söz konusudur.

BÖBREK YETMEZLİĞİ

Az ya da hiç idrar çıkartamama hastalığıdır.Kanama,ishal,kusma,yanık ve aşırı terleme gibi durumlarda böbreğe gelen kan miktarındaki azalmaya bağlı olarak gelişir.Böbreklerin yetersiz kalması ile kanda biriken zararlı maddelerin temizlenmesi için bu tip hastalar periyodik olarak diyaliz makinasına bağlanırlar.

DİYABETİK GLOMERÜLOSKLEROZ

Şeker hastalığının ilerlemesi ile oluşur.Şeker hastalığına bağlı ölümlerin yarısının sebebi bu hastalıktır.Sıklıkla hipertansiyon ile birlikte gelişir.

FANCONI HASTALIĞI

Genetik geçişi olan ve böbrek fonksiyonlarında bozulma ile ilerleyen bir hastalıktır.

GLOMERÜLONEFRİT

Her iki böbreğin glomerül denilen bölgelerini tutan kalıtsal olma ihtimali bulunan bir hastalıktır.kronik böbrek yetmezliğinin en sık rastlanan sebebidir.

GOODPASTURE HASTALIĞI

Hızla ilerleyen nefrit belirtileri ile beraber balgamdan kan gelmesi de vardır.Hastalık özellikle genç erkeklerde görülür.bağışıklık sistemini ilgilendiren bir hastalık olduğu düşülmektedir.

LUPUS NEFRİTİ

Sebebi tam olarak bilinmeyen bir bağışıklık sistemi hastalığıdır.Akciğer zarı kalp zarı,karın zarı ve derinin tutulumu söz konusudur.

PROSTAT ADENOMU

Erkeklerde 60 yaşından sonra %50 görülür.İyi huylu bir tümör vardır.İdrar akımının azalması , sık idrara çıkma , gece idrar yapma ihtiyacı , idrar yapma zamanının uzaması gözlenir.

ÜROLİTİASİS

Böbrek Taşları.

KALP DAMAR SİSTEMİ HASTALIKLARI

       Hücreler canlılıklarını sürdürebilmek için çevreleri ile sürekli madde alış-verişi yapmak zorundadırlar.Bu alış-veriş genellikle diffüzyon  işlemi ile gerçekleşir.Diffüzyon , madde taneciklerinin yüksek yoğunlukta bulundukları bir bölgeden düşük yoğunlukta olduklara bölgelere doğru yayılması demektir.Memelilerde, kan akımı ile oksijen (O2)ve besleyici maddeden zengin fakat karbondioksit(CO2)ve metabolizma artıkları yönünde n fakir kan , hücrelerin yakınına gelir ve diffüzyon olayı gerçekleşir.

        Dolaşım sistemi kalp ve onunla kapalı bir devre yapan damarlardan kurulmuştur.kalp,sistemin pompasıdır.Damarlar ise pompanın attığı sıvının borularıdır.Kalpten çıkan kan ,arterler vasıtasıyla tüm vücuda dağılır.İlerlediği her bölgede çapı daha küçük olan damarlara transfer edilirler.sonunda arteriol denilen ve arter sisteminin en dar bölümünü oluşturan bölgelere gelirler.Buradan venüller aracılığıyla venöz sisteme geçerler ve gitgide genişleyen ven damarları ile kalbe geri dönerler.

        Bu dolaşım sırasında akciğerde vücudun hayatiyeti için gerekli oksijeni alan kan , anteriollerden venüllere geçme aşamasında taşıdıkları oksijeni hücrelere verip , karbondioksiti hücrelerden alarak akciğere geri dönerler.

       Yine aynı dolaşım sonucu , ince barsaklardan gerekli besin maddelerini alarak hücrelere götürülür ve artık maddeler karaciğer ve böbrekler aracılığıyla vücuttan uzaklaştırılırlar.

       Kalpte ise dört bölüm bulunmaktadır.Bunlar,kanı akciğerler ile vücuda dağıtmak üzere bir düzen içerisinde çalışırlar,bu bölümlerin her birisi bir kapakçık aracılığı ile kanın iletilmesini sağlarlar.Kalbin kendisinin kan ihtiyacı ise koroner damar adı verilen ve kalbi çepeçevre saran bir ağ ile sağlanır.

      En sık karşılaşılan kalp damar hastalıkları ve bu hastalıkların temel bulguları şunlardır;

HASTALIK

TANIMLAMA

ADAMS STOKES HASTALIĞI

Nabızın çok yavaşlaması ve zayıflaması , baş dönmesi , bayılma ve yüzeyel solunum ile kedisini belli eden bir hastalıktır.

AKUT PERİKARDİT

Kalbi çevreleyen zarda intihaplanma vardır.Öne doğru eğilmekle azalan şiddetle ağrı , ateş ve çarpıntı vardır.Nabız hızlı ve düzensizdir.

AKUT ROMATİZMAL ATEŞ

Nedeni kesin olarak bilinmeyen , subakut veya kronik seyirli sistemik bir hastalıktır.Kalp kapakçıklarında bozukluklara neden olabilir.A grubu beta emolitik streptokok denilen mikrobun neden olduğu bademcik enfeksiyonu , orta kulak iltihabı vs. sonrasında gelişir.

AORT ANEVRİZMASI

Aort üzerinde kireçlenmenin yoğun olduğu bölgelerde görülür.Aort duvarının sağlamlığını ve esnekliğini kaybetmesi,zayıflaması,incelmesi ve gelişmesi,ileri aşamalarda ise bu bölümün balon gibi şişmesi ile karakterizedir.

AORT DİSSEKSİYONU

Aortun duvar yapısının bozularak,içinde akmakta olan kanın Aort katmanları arasında zızmazı ve burada ilerliyerek kendisine gitgide büyüyen bir kese oluşturması durumudur.

AORT KOARKTASYONU

Aortada bir darlık sonucu vücüdün üst yarısında tansiyon yüksekliği ile seyreden,cocukluk ve genç erişkilik döneminde genellikle tanık olan bir hastalıktır.

ARTERIOSKLEROZ

Atardamarlarda lümen daralması , duvar kalınlaşması ve elastisite kaybının meydana getirdiği bir hastalıktır.

ATRİAL SEPTAL DEFEKT(ASD)

Kalbin kulakçıkları arasındaki bölmede açıklık vardır.Kan sol kulakçıktan sağ kulakçığa geçmektedir.Nefes darlığı , yorgunluk ,sık solunum enfeksiyonu olur.

BUERGER HASTALIĞI

Damarların içine hava girmesi durumu.Bu hava kan akımı ile sürüklenerek akciğer , beyin gibi hayati organlara gelirse ani ölüm , felç gibi tablolarla karşımıza çıkar

CAISSON HASTALIĞI

Damarların içine hava girmesi durumu.Bu hava kan akımı ile sürüklenerek akciğer , beyin gibi hayati organlara gelirse ani ölüm , felç gibi tablolarla karşımıza çıkar

CROCQ HASTALIĞI

Ellerde ve nadiren ayaklarda solukluk hissi , mavi renk ve terleme ile karakterli bir dolaşım sistemi hastalığıdır.

FALLOT TETRALOJİSİ

Birbirine bağlı dört farklı anatomik bozukluk vardır.Bu hastalıkla doğan bebeklerin çoğu mavi renktedir.Diğerlerinde ise 1 yaşından önce morarmalar görülür.

HİPERTANSİYON

Büyük tansiyonun 160 mmHg veya üzerinde ve/veya küçük tansiyonun 95 mmHg veya üzerinde olduğu durumlardır.böbrek hastalıkları , hormonal bozukluklar , enzim düzensizlikleri nürolojik hastalıklar veya bazı ilaçların kullanımı sonucu gelişebileceği gibi vakaların %95 kadarında sebebi anlaşılamamaktadır.

KALP KRİZİ

Bkz. Miyokard enfarktüsü

KALP YETMEZLİĞİ

Kalbin yeterli miktarda kanı pompalayamaması ve kanın yetersizlikten sorumlu bölümün gerisinde gölgelenmesi sonucu ortaya çıkar.Nefes darlığı,yorgunluk,kuvvetsizlik,bellek bozuklukları,baş ağrısı ve kötü rüyalar vardır.

MI

Bkz. Miyokard Enfarktüsü

MİYOKARD ENFARKTÜSÜ

Kalp kasının kanlamasını sağlayan koroner damarlardaki tıkanıklara bağlı olarak kan akımının yetersiz kalması sonucu oluşur.Kan akışının tamamen durmasından sonraki ilk 6 saatte hücreler ölmeye başlar.24 saat içerisinde ise kalıcı değişiklikler oluşur.

PATENT DUKTUS ARTERİOSUS(PDA)

Doğum öncesi dönemde fonksiyonel olan , doğumdan sonraki dönemde ise kapanan bir damar yapısının doğum sonrası da açık kalması söz konusudur.Çabuk yorulma ve nefes darlığı vardır.

PERİARTERİTİS NODOSA

Atardamar hastalığıdır.Daha çok orta yaş erkeklerde görülür.Küçük ve orta boy arterlerde nodül tarzında şişmeler vardır.Ateş , solukluk,yorgunluk,iştahsızlıkla başlar.

RAYNAUD HASTALIĞI

Atardamarlarda ve damarcıklarda kasılma sonucu doku beslenmesinin bozulması ile karakterli ,sebebi bilinmeyen bir hastalıktır.Genellikle soğuk havalarda ve stress altında olan kişilerde görülür.

TAŞİKARDİ

Kalp atım sayısının dakikada 100’den fazla olmasıdır.Kansızlık ,egzersiz,ateş,stress,tiroit bezinin fazla çalışması ve birçok kalp hastalığına bağlı olarak gelişebilir.Ateş en sık rastlanan sebeplerden birisidir.39 derecenin üzerinde her bir derecede ateş nabız sayısını dk’da ortalama 20 kadar artırır.

VARİS

Vücutta toplardamarların kanı kalbe döndürecek vasıflarını kaybetmiş olması halidir.Özellikle bacaklarda görülür.Kan yerçekiminin etkisi ile bacaklardan kalbe dönerken zorlanma olur.Ayaklarda ağırlık hissi,yorgunluk ile ortaya çıkar.Bacaklar gövdeden daha yukarıda tutulursa,hastanın şikayetleri geçer.

VENTRİKÜLER SEPTAL DEFEKT(VSD)

Kalbin karacıkları arasındaki bölmede açıklık vardır.Kan sol kulakçıktan sağ kulakçığa geçmektedir.Nefes darlığı ve çabuk yorulma vardır.

WOLF PARKİNSON WHİTE(WPW)

Kalbin elektrik ileti sisteminde meydana gelen aksama sonucu oluşur.

KALP DAMAR SİSTEMİ HASTALIKLARI

Kalp damar sistemi hastalıklarında ve diğer doğal ürünlerin kullanımında her zaman akılda bulundurulması gereken belli başlı hususlar şunlardır;

        1-Dolaşım sisteminin bir pompa görevi gören kalp ve uçlara erişimi sağlayan damarlardan oluşmuş kapalı bir sistem  olduğu göz önüne alınırsa, bu fonksiyonların zayıflaması ve durmasının hayati önem taşıdığı daha kolay anlaşılabilir.Bu nedenle kalp ve dolaşım sistemi hastalıklarının kısa süreli bile olsa bu fonksiyonu bozmaması temel hedef olmalıdır.

        2-Damarlarda tıkanıklıklara neden olan en önemli risk damar içinde oluşan yağlanma sonucu oluşan plakların zaman içinde büyümesi ve damar lümenini daraltması , sonuçta tamamen kapanmasına neden olmasıdır.Bu durumun oluşmasında en önemli faktör ise , kişinin kan dolaşımında bulunan yağ miktarının normalin üzerine çıkmasıdır.Laboratuar olarak kolesterol ve lipit düzeyleri yüksek olan kişiler en büyük risk grubunu oluşturmaktadır.

        Yapılan çalışmalar tabiatta doğal olarak bulunan omega yağ asitlerinin kolesterol ve lipit düzeylerini düşürmek konusunda başarılı olduğu sonucunu ortaya koymuştur.En zengin omega kaynakları ise başta balık olmak üzere ,fındık ve cevizdir.Ancak balıklar üzerinde yapılan çalışmalar da elde edilen sonuç ise, derin deniz balıklarının en yüksek oranda omega içerdiğini ortaya koymuştur.Sonuçta bu tür hastalara omega içeren ürünlerin tavsiye edilmesi uygun görülmektedir.

        3-Bir diğer önemli kalp damar hastalığı ise “HİPERTANSİYON” olarak bilinen damar içi basıncın normalin üstüne çıkması tablosudur.Hipertansiyonun %95 sebebi tespit edilememektedir.Dolayısıyla bu tür hastalarda sebep ne olursa olsun ilk hedef damar içi basıncı düşürmek , yani “HİPERTANSİYON” tablosunu ortadan kaldırmaktır.

         Bu konuda en önemli faktörlerden birisi uygulaması olarak bilinmektedir.Endotel  hücrelerini yenilemesi ve fonksiyon göremeyen hücrelerin yerine fonksiyonel hücrelerin oluşturulması şeklinde etki göstermektedir.Böylece oluşan hücrelerin esneme kapasitesi daha yüksek olmakta ve oluşmuş yüksek basıncı esneyerek tolere edebilir gelişimini sağlamaktadır.Bununla birlikte en önemli tansiyon düşürücü etkenlerden birisinin sarımsak olduğu bilinen bir gerçektir.Bu tür hastalara sarımsak içeren ürünlerin tavsiyesi uygun görülmektedir.

        4-Stress gibi psikolojik bozukluklara bağlı olarak ortaya çıkan dolaşım sistemi hastalıklarında ise , bitkisel çayların kullanımının yararlı belirtilmekte ve önerilmektedir.

        5-Kalp dolaşım sistemi,    “serbest radikal” olarak bilinen ve insan vücuduna dış ortamdan giren ve zarar veren maddelerden de fazlasıyla etkilenmektedir.Serbest radikallerle mücadelede en önemli maddelerin başında da C vitamini gelmektedir.bu tür şikayeti bulunan ya da risk altındaki kişilere C vitamini takviyesi ileri dönemlerde ortaya çıkma ihtimali bulunan hastalıklara karşı korunmak anlamında etkili olabilmektedir.

   CİLT HASTALIKLARI

CİLDİN YAPISI

         Konuya öncelikle cilt bakımımız ve cilt sağlığımızın korunması yaklaşımıyla bakmak gerekiyor.Bu anlamda cildimizin yapısının tanınması önem kazanıyor ve yine sloganımız “güzellik sağlıktan geçer”…Cildimizin Sağlığını Maksimum Koruyalım başlığı altında ayrıntılara bakınız lütfen…

         Bunun en büyük sebebi , uzun yıllardır bu bitkinin nemlendirici etkisinin ve taşıyıcı özelliğinin biliniyor olmasıdır.Bu nedenlerle yıllardır kozmetik sanayiinde kullanılmaktadır;estetiysenler,derin dokulara ulaştırmak istedikleri aktif maddeleri .Bu açılardan değerlendirildiğinde,değişik cilt hastalıklarında kullanımında üzerinde durulması gereken noktalar şunlardır;

        1- Pek çok cilt hastalığın temelinde diğer sistemlerden kaynaklanan patolojiler yer almaktadır.Dolayısı ile bu tür hasalıklarda sadece bölgesel uygulamalar yeterli olmamakta ,hastalığın oluşumuna neden olan faktörlerle de mücadele kaçınılmaz olmaktadır.Dolayısı ile bölgesel uygulamanın yanında , sistemik uygulamalarda da bulunulması gerekmektedir.Sistemik etkileri göz önünde alındığında , cilt hastalığı bulunan kişilerin ağız yoluyla .

       2- Cildimiz epitel hücrelerinden oluşmaktadır.bu yapıda yer alan mikroskopik kanallar ise dış ortam ile iç ortam arsında bağlantı sağlamaktadır.Kanalcıklar aracılığı ile cilt altı dokularına iletilmesi optimum faydanın temini için büyük önem taşımaktadır.bu sebeple , özellikle mikropartikül spreyleme özellikle önerilmektedir.spreylemeyi takiben krem şeklinde uygulanması hem etkinin daha güçlü ve daha kısa zamanda oluşmasını sağlamakta, hem de kullanılan krem miktarını azaltmaktadır.

       3- Cildimizin bir diğer önemli hastalık grubunu da alerjik hastalıklar oluşturmaktadır.Alerjiye neden olan ve organizma tarafından salgılanan “histamin” adındaki madde üzerinde etkisinin bulunduğu bilim çevrelerince bilinmektedir.Ek olarak arı poleninin kullanımı ile de bu tür alerjik hastalıklarda olumlu sonuçlar elde edilebilmektedir.

       4- Sedef (psoriasis),ekzema gibi bazı cilt hastalıklarının oluşumunda , sentetik özellikler gösteren maddelerin  cilt ile temasının önem taşıdığı ,bu temasın kesilmesi ile bu tip hastalıklarda gerileme olduğu bilinen bir gerçektir.Bu sebeple ,bu tür hastalıkları bulunan kişilerin günlük hijyen ve temizliklerinde doğal nitelikli ürünleri kullanmaları,sentetik özellik gösteren maddelerden uzak durmaları önerilmektedir.Bu kapsamda sabun ,şampuan,saç kremi,ve banyo jeli en önemli faktörlerdir.Aynı şekilde hastaların çamaşırlarının yıkanmasında kullanılan deterjanın da doğal nitelikli bir ürün olması önerilmektedir.

       5- Yapılan çalışmalar , enfeksiyonla birlikte seyreden cilt hastalıklarında, ilave olarak , arı propolisinin kullanılmasının faydalı olacağı sonucunu ortaya koymaktadır.Bu kapsamda , hem lokal hem de sistemik propolis uygulaması faydalı sonuçlar verebilmektedir.

       6- Peeling  anlamında da olumlu etkileri gözlenebilmektedir.Bu tür ajanların jeli ile birlikte kullanımı sayesinde , dokuda yumuşama meydana gelmekte,sonuçta sorunsuz bir Peeling uygulaması gerçekleşebilmektedir.

       7- Stress gibi psikolojik bozukluklara bağlı olarak ortaya çıkan cilt hastalıklarında ise elde edilen bitkisel çayların kullanımının yararlı olduğu belirtilmekte ve önerilmektedir.

       8- Diğer cilt lezyonlarında bir diğer etkisi de skar dokusu oluşumuna engel olmasıdır.Her hangi bir sebeple deri deri bütünlüğünün bozulması ve yaralanma durumlarında , bazal hücreler 24-48 saat içerisinde travmaya uğrayan bölgenin epidermis tabakasına göç etmekte ve geçici bir “örtü” oluşturarak yaralı bölgeyi örtmektedirler.Bundan sonraki aşamada ise , bu bölgeyi dış etkenlere karşı korumak amacı ile keratenize bir doku oluşumu (skar dokusu) başlamaktadır.Bazal hücrelerin bölgelere göç etmesi ile birlikte yeni epidermisin oluşumunu tetiklemekte ve çok kısa sürede hücrelerin proliferasyonu ile yaralı bölgenin kapanmasını sağlamaktadır.Dolayısı ile skar dokunun oluşumu için gereken süre içerisinde normal epidermal yapı oluşmaktadır.Sistemik ve lokal uygulamalar önem taşımaktadır.

       9- Güneş yanıkları ise koruyucu etkisi bulunmaktadır.Ancak bu koruma , diğer güneş kremleri gibi ,deri ile ultraviyole ışını arasında bir bariyer ya da koruyucu tabaka oluşmak şeklinde değildir.Güneş yanıkları, ultraviyole ışınlarının direkt etkisi ile oluşmakta,eğer cilt kuru ise çok daha kısa zamanda çok daha şiddetli yanıklarla karşımıza çıkmaktadır.İleri derece nemlendirici özelliği bulunması sebebi ile ,cildin kurumasına engel olmakta ,böylece güneş yanıklarına karşı cildi korumaktadır.

       Chicago ve Detroit’te (University of Chicago Hospital , Wayne State University-Detroit) John P. Heggers Ph.D. ve Martin C. Robson MD tarafından gerçekleştirilen çalışmalarda ,içeren kremlerin termal yanıklarda kullanımı ile ,yanığın etkisinin ortadan kalktığı ve hasarlı derinin tekrar canlılık kazandığı gözlenmiştir.Dr. Heggers tarafından hazırlanan raporda,yanığa bağlı oluşan hasarın uniform olmadığı,hasarlı dokunun orta kesiminde ısının daha yüksek olmasına bağlı daha fazla zarar oluştuğu,bu bölgedeki proteinlerin kaogülasyonu ile deri dokusunun öldüğü,yaralı bölgenin merkezinden kenarlara doğru gidildikçe,hasarın azaldığı ancak 24-48saat içerisinde uygun bir yöntem kullanılarak tedavi gerçekleştirilmezse ,burada da deri dokusunun öleceği ve bu bölgeye prostaglandinler ile trombaksanların göç edeceği belirtilmektedir.Raporun sonuç bölümünde ise trombaksan oluşumuna engel olduğu ve doku iyileşmesini hızlandırdığından söz edilmektedir. 

    ÇALIŞMA RAPORU ÖZETİ:

      Sedef hastalığında kullanımı ile ilgili yapılan bir çalışmanın özeti aşağıda yer almaktadır;

      Bir çift kör ,plasebo kontrollü çalışmanın amacı ,Psoriasis Vulgaris hastalarının tedavisinde hidrofilik krem formunun klinik etkinlikve toleransının tespitine yöneliktir.60 adet (36 erkek/24 bayan;ortalama 25,6)hafif ve orta düzeyde kronik plak tip psoriasis’i bulunan ve PASI ( Psoriasis Area and Severity Index) değeri 4,8 ile 16,7(ortalama 9,3)olan hastalar rastlantısal yöntemle iki paralel gruba ayrıldı.Hastaların,hastalık öyküleri ortalama 8,5 yıl idi(1-21 yıl).Hastalar,kremlerini,evlerinde haftanın beş günü ,günde 3 kez,lezyonların üstünü kapatmamak şartıyla kendileri uyguladılar.Maksimum aktif tedavi süresi 4 hafta oldu.Hastalar,haftada bir kez kontrole alındılar ve lezyonlarında belirgin küçülme,eritemde azalma ile sonuçlanan deskuamasyon,infiltrasyon ve PASI değerinde azalma görülen hastalar iyileşmiş olarak değerlendirildi.Tedavi tüm hastalar tarafından iyi tolere edildi ,ilaca bağlı hiçbir olumsuz belirti gözlenmesi ve tedaviyi bırakan hasta olmadı.Çalışmanın sonucunda kullanan 30 hastadan 25 ‘inde iyileşme gözlendi(% 83,3).

 GİRİŞ:

Psoriasis ,çok yaygın,enfeksiyöz olmayan,enflamatuar,iyi tanımlanmış,gümüş beyazı renkte eritömatöz plaklarla karakterize , çıkarılmaya çalışıldığında kanamaya meyilli(Auspitz bulgusu) bir cilt hastalığıdır.Hastalık tüm kütanöz dokuları tutabileceği gibi ,sıkılırsa diz ve dirsek ekstensör yüzleri ,kafa ve sakral bölgede görülür.Hastalığın oluşumu ;travma,Köbner fenomeni,stres ve genetik predispozisyona bağlı olabilir.Kadın ve erkeklerde eşit oranda görülmekle birlikte,beyaz ırkta daha yaygındır.En sık görüldüğü yaş grubu ise, 5-25 yaşları arasıdır.

Psoriasis’in etkin ve başarılı bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır.Uygulanan tedaviler hem tam başarılı olmamakta hem de sıklıkla yan etkiler oluşmaktadır.Lokal ya da sistemik uygulanan tedaviler arasında ,coal tar,anthralin,calcipotriol,kortikosteroidler,foto-kemoterapi(Puva,uzun dalga boyundaki UV uygulaması),retinoidler,methotraksat ve hidroksiüre,siklosporin gibi diğer sitostatik ajanlar sayılabilir. 

HASTALAR VE METOTLAR:

Seçilen 60 hastada teşhis,biyopsi ve klinik olarak karakteristik gümüş beyazı eritömatöz psöriatik plakların tespiti ile konmuştur.Testten önce , tüm hastalar rutin laboratuar analizlerinden (hematoloji,kan sayımı,idrar analizi,gebelik testi,kronik plak sayıları ve demografik özellikleri) geçirildiler.Testten önce ve sonra tüm hastalardaki birer lezyondan %1 Lidokain anestezisini takiben 6 mm ‘lik biyopsi örnekleri alındı ve hemotoksilen eozin ile boyandı.Son üç ay içerisinde sistemik steroid,sitotoksikler,beta bloker kullananlar ile ,ültraviyole ışınlaması uygulanan hastalar,epilepsi,farklı tipte psoriasis’i bulunanlar,hamile ve emzikli anneler çalışma kapsamı dışında tutuldular.

Hastaların test süresince suda yıkandığı zaman temizlenebilen pomat kullanmalarına izin verildi.Ekstresi,daha önce yapılan benzer çalışmalardaki şekilde hazırlandı ve mineral yağı ile hintyağının taşıyıcı olarak kullanıldığı hidrofilik krem içerisinde ağırlık olarak % 0,5 oranında ilave edildi.Karşılık gelen plasebo kremine.Preparatlar bir haftalık kullanım için hazırlandı ve hastalara nasıl uygulanacağı (lezyonların üstüne örtmeden ve gün ışığına çıkartmadan) anlatıldı.Çalışma 4 haftalık aktif tedavi ile sınırlandırıldı.İlk 16 hafta içerisinde hastalar haftalık kontrollerden geçirildiler,daha sonra,8 ay süreyle ayda bir kontrole alındılar.

SONUÇLAR:

Hastalar,genel anlamda uygulamayı iyi tolere ettiler ve çalışmayı yarıda bırakan hasta olmadı.Hastaların tamamı etkinlik çalışması için uygun konumlarını korudular.Tüm hastalar 4 hafta süren aktif tedavi planı içine alındılar.Bu süre içerisinde,eritemde gerileme ile devam eden deskuamasyonda belirgin azalma psöriatik lezyonların tamamen rezolüsyonu ya da gözle görülür gerileme olması ile sonuçlanan infiltrasyon bulguları kaydedildi.Teste alınmadan önceki hastalık süresi ortalama 8,5 yıl idi(1-21 yıl).4 haftalık aktif tedavinin sonunda , 27/60 (%45) hasta (18E / 9K ) ile psöriatik plakların %46.7 ‘sinde (356/762 ) iyileşme gözlendi.PASI değerindeki ortalama düşüş ise 9,3 ‘ten 2,2 ‘ye gerileme şeklinde gözlendi.

Yapılan uygulamada elde edilen başarı (25/30 , %83.3) , plasebo uygulamasından (2/30 , %6.6)çok daha iyiydi.Aktif gruptaki kronik plak iyileşme oranı da çok daha üstündü (328/396 , %82.8’e karşılık 28/366,%7.7).Tam kan sayımı idrar analizinin de dahil olduğu periyodik laboratuar test sonuçları normal limitler içinde kaldı.İyileşme gözlenen lezyonların patolojik incelenmesinde,epidermal akantosis,parakeratosis,papiller damar incelmesi ve enflamatuar infiltrasyonda azalma olduğu gözlendi.4 haftalık süre içerisinde , 60 denek 100’er gr’lık 245 tüp kullandılar.Hiçbir hastada ilaca bağlı lokal ya da sistemik bir yan etki gözlenmedi,hipersensitivite ya da dermatit olgusuna rastlanmadı. 

TARTIŞMA:

Bu çalışmanın en önemli sonuçlarından birisi ,Psoriasis Vulgaris tanısı alan hastalarda ekstresinin %0,5 ‘lik kreminin psöriatik plakların gerilemesine ve hastaların iyileşmesine neden olduğunun tespit edilmiş olmasıdır.Hastalarda hiçbir olumsuz etki ya da yan etki gözlenmemiştir.Test süresinde denekler normal yaşantılarını sürdürmüşlerdir.

Psoriasis tedavisi ile ilgili yapılan bir başka çalışma (Lebwohl ve arkadaşları, 1995), hastaların %70’inin tedavide tropikal uygulamayı tercih ettiklerini göstermiştir.Bununla birlikte , günümüzde yaygın olarak uygulanan tedavi yöntemleri supresif  etki göstermekte,hastanın genel durumunu etkilemektedir.Bu yöntemler arasında en sık kullanılanlar; Cyclosporin,calcipotriol,retinoids,dithranol,ve coal tar’dır.Cyclosporin,nötral bir siklik peptid özelliği göstermektedir ve hücrede immün cevabın baskılanması üzerinde etkilidir.Epidermal hücreler üzerindeki bu etkisi ile psoriasis hastalarında kullanılmaktadır.Ellis ve arkadaşlarının 1995’te yaptıkları bir çalışma , 4 ay boyunca3 mg/kg günlük doz Cyclosporin uygulamasının % 57 vakada psöriatik plakları gerilettiğini veya tamamen geçirdiğini ortaya koymuştuk.Ancak , psoriasis üzerinde bu kadar etkili olan Cyclosporin uygulamasının özellikle böbrek fonksiyonları üzerindeki olumsuz etkileri ,yüksek tansiyon ve nefrotoksisite yan etkilerinin bulunduğu da unutulmamalıdır(Koo 1995).

Calcitrol preparatları da hücre proliferasyonunu ve epidermisteki başklaşımları yavaşlatmaktadır.Smith ve arkadaşlarının 19988 yılında 17 denek üzerinde 6 hafta süren çalışmaları ve Perez ve arkadaşlarının 1995 yılındaki 4 çocuk üzerinde 8 haftalık uygulamaları , psoriasis vakalarında Calcitrol’un etkinliğini ortaya koymuştur,ancak bu madde de hiperkalsinüri ve hiperkalsemi yapma özelliklerini taşımaktadır.

Calcipotriol , calcitriol’ün bir sentetik analoğudur,ancak hiperkansinüri ya da hiperkalsemi riski bulunmamaktadır.Kragballe,1989 yılında,50 hasta da tropikal Calcipotriol uygulaması ile % 88 başarı elde etmiştir.Ancak 5 hastada fasial dermatit yan etkisi olmuş ve 4 vaka tedaviyi terk etmiştir.1994 yılında ise,Mozzanica,20 hasta üzerinde 6 hafta süreyle tropikal calcipotriol uygulamış ve % 85 ( 17/20 ) başarı elde etmiştir.2 vakada lokal yan etki gözlenmiştir.

Retinoid ise , A vitamininin bir derivesidir.Genellikle,kalın,hiperkeratotik psoriasis lezyonlarında kullanılmaktadır.Retinoid’e bağlı yan etkiler ise ;teratojenik özellik,pruritus,ciltte,dudaklarda ve vajende genel kuruluk ve kan lipitlerinde yükselmedir.

Dithranol (Anthranil ) , granülosit fonksiyonlarını ve DNA replikasyonunu inhibe etmektedir.İrritan bir madde olan Dithranol , normal deriyi boyama özelliği göstermektedir ve uygulaması tıbbi kontrol altında yapılmalıdır.Psoriasis’in topikal tedavisinde kullanılan bu yöntemler ile , bu çalışmada kullanılan yöntem karşılaştırıldığında ,4 hafta da başarılı sonuçlara ulaşılmasını sağladığı ve hiçbir yan etki oluşturmadığı sonuçları elde edilmektedir.

Psoriasis hastalığı,dermisteki keratinositlerin hiperproferasyonu sonucu oluşmaktadır.Yağ içermeyen bir madde olup, deri ve daha derin dokular tarafından absorbe edilebilmektedir.Yapısında ,antialerjik,antipruritik ,yara iyileştirici,antienflamatuar özellik gösteren aminoasitler bulunmaktadır.Bu çalışmanın sonuçları ekstresinin kapatıcı özellik göstermesi,deriyi nemlendirmesi ve yanı zamanda,epidermiste plak oluşumunu sağlayan hücrelerin proliferasyonunun inhibe edilmesi şeklinde etki yaptığı fikrini ortaya çıkartmaktadır.

Bu kapsamda muhtelif cilt hastalıkları ve tanımlamaları şu şekilde özetlenebilir;

HASTALIK

TANIMLAMA

AKANTOSİS

Deriyi oluşturan Epidermis tabakasının kalınlığının normalden daha fazla olması.hücre sayısının artması ya da hücrelerin normalden daha büyük yapıda olması durumudur.

AKNE

İltihapla karakterli folliküller.

AKNE VULGARİS

Yağ bezelerinin büyümesi hastalığıdır.Yağ bezeleri buluğa kadar çok az salgı yaparlar.Kadınlarda menopoz dönemine girince , erkeklerde biraz daha ileri yaşlarda azalmaya başlar.

ALBİNİZM

Deri ,saç ve gözlerde pigment eksikliği ile ortaya çıkan konjenital bir hastalıktır.Melanin pigmentinin oluşundaki metabolik bozukluğa bağlı olarak gelişir.

ALOPESİ

Saç dökülmesi durumudur.Kalıtsal olabileceği gibi ,sonradan da gelişebilir.Saçlı derinin tamamında olabileceği gibi daha lokalize yerleşimlide olabilir.Bazen saçlı deri dışında ,vücutta kıl dökülmesi ile de karşımıza çıkabilir.

BEHÇET HASTALIĞI

Gözde iridosiklit,genital ülserasyon ve ağızda aft ile karakterli bir hastalık.

CÜZZAM

Bkz. Lepra

EKZEMA

Sebebi tam olarak bilinmeyen bir cilt hastalığıdır.Ciltte yara oluşumu ile kendisini belli eder.

ERIZIPEL

Ağrı,yanma ve ateşle karakterize ,derinin beta hemolitik streptokok enfeksiyonudur.Genellikle burun ve yanak bölgesine yerleşir.

ERYTHEMA NODOSUM

Sebebi tam olarak bilinmemektedir.Bazı enfeksiyonlara bağlı olarak gelişir.İlaç hassasiyeti sonucu da oluşabilir.Lösemi ya da Ülseratif kolit sonrası da görülebilir.Bacakların ön yüzünde kırmızı nodüllerle karakterizedir.Birkaç hafta içerisinde kendiliğinden kaybolurlar.Kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülür.

FRENGİ

Bkz. Sifiliz

HEPRES SİMPLEKS

Virütik bir enfeksiyon söz konusudur.enfeksiyonun  iyileşmesi sonrası kişi taşıyıcı konumuna gelir.

HERPES ZOSTER

Virütik bir enfeksiyondur.İlk bulgular ağrı ve duyu bozukluğudur.Genellikle göğüs sinirlerinin tutulumu görülür.

LEPRA

Daha çok deri ve sinir sistemi tutan,nadiren göz,testis gibi organlara da yerleşebilen kronik bir enfeksiyon hastalığıdır.Kaş ve kirpiklerde dökülme ile kendisini gösterir.

LICHEN PLANUS

Simetrik dağılım gösteren ve genellikle el bilekleri,kalçalar,penis ve bacaklarda görülen bir hastalıktır.Asabi kişilerde yaygındır.T hücre aktivitesi alerjik kökenli olabileceğini düşündürmektedir.

LUPUS ERİTAMATODES DİSSEMİNATUS

Eklemleri ve deriyi tutar.Yorgunluk,iştahsızlık,düzensiz ateş yükselmeleri,adale ağrıları ile başlar.Yüz derisinde kelebek kanatlarını andırır görünüm vardır.

PSORİASİS

Sebebi bilinmeyen,nükslerle seyreden,ömür boyu süren bir cilt hastalığıdır.Genellikle bir stress olayıyla başlar.Üzeri sert kırmızı ya da beyaz yaralar şeklinde ortaya çıkar.En sık dirsek ve dizde görülmekle birlikte vücudun her yerinde yerleşebilir.

SEDEF HASTALIĞI

Psoriasis

SİFİLİZ

Cinsel ilişki ile bulaşan bir hastalıktır.Gebe kadından çocuğuna da enfeksiyon geçişi olur.

YILANCIK              

Erizipel

ZONA

Herpes Zoster

 KADIN DOĞUM HASTALIKLARI

Kadınlarda,erkeklerden farklı olarak her ay tekrarlanan bir hormonal değişim tablosu bulunmaktadır.Bu hormonal dalgalanmanın bir uzantısı olarak , her ay bir kez adet kanaması görülür.Normalde bu kanama 1-7 gün sürer ortalama 35 ml kan kaybı söz konusu olur.Gebelik ve doğum olayları da yine hormonal değişimlerin büyük rol oynadığı durumlardır.

Belli başlı jinekolojik hastalıklar aşağıda özetlenmiştir;

HASTALIK

TANIMLAMA

ABO HEMOLİTİK HASTALIĞI

Hamile kadınlarda anne ile fetus arasında kan uyuşmazlığı ile ortaya çıkan hastalıktır.Anneye yabancı A ya da B antijenini fetusun üretip anne kanına vermesi ile oluşan bir tablodur.

ADET KANAMA BOZUKLUKLARI

Disfonksiyonel Uterus kanamaları

DISFONKSIYONEL UTERUS KANAMALARI

Herhangi bir organik tabanlı hastalığa bağlı olmaksızın ortaya çıkan rahim kanamalarıdır.Ortaya çıkış biçimleri,süreleri,miktarları ve devamlılıkları açısından farklı gruplara ayrılırlar.

DÜŞÜK

20 haftadan daha düşük gebeliğin değişik nedenlerle sonlanması durumudur.Fetus genellikle 500 gramın altındadır.Fetus,yaşam için gereken gelişimi göstermemiştir. Düşük , kendiliğinden yada istemli olarak gerçekleşebilir.

GEBELİK

Erkekten gelen sperm ile kadından gelen yumurtanın birleşerek döllenmenin gerçekleşmesi ve bu döllenmiş yumurtanın rahim içine yerleşmesi ile başlayan dönemdir.

INFERTİLİTE

Bir yıl süresince doğum önleyici yöntemlerden herhangi birisini kullanmamasına ve normal bir cinsel ilişkiye rağmen döllenmenin herhangi bir sebepten ötürü oluşma ihtimalinin düşük olduğu durumlardır. Sterility ‘den farkı , döllenmenin bir takım müdahaleler ile gerçekleştirilme olasılığının bulunmasıdır. Anatomik ya da fizyolojik şartlara bağlı olarak gelişebilir. Kadınlarda döllenme olsa bile normal bir gebelik döneminin yaşanamaması ve doğumun gerçekleşememesine de aynı isim verilir. Sebep %40 erkekten kaynaklanır.

MENAPOZ

Kadınlarda 40 yaş dolaylarında overlerin çalışmalarının yavaşlaması ve sonuçta adetten kesilme ile oluşan tablodur.

PAGET HASTALIĞI

Genellikle yaşlı kadınlarda meme başı bölgesinde görülen bir kanser türüdür.

POLİKİSTİK OVER SENDROMU

Kadınlarda overlerin çok sayıda kist oluşumu nedeniyle büyümesi söz konusudur. Disfonksiyonel Uterus kanamaları,infertilite ve şişmanlık temel bulguları vardır.

 

Kadın Doğum Hastalıkları

1-              Kadın doğum hastalıklarının büyük bir kısmı hormonal düzensizliklerle seyreden hastalıklardan oluşmaktadır. Bu kapsamda , hormonal ahenkin korunması bu tip hastalıklarda büyük önem taşımaktadır. Bitkisel çayların kullanımı bu tür hormonal bozukluklarda etkile olabilmektedir.

2-              Rahim ağzı ve rahim dokusu ile ilgili hastalıklarda ise jelinin bulunduğu küvetlerde hastaların bekletilmesi sonucu hastalıklı bölgeye erişimi sağlanmakta,böylece şifai gücünün direkt olarak etkisi temin edilebilmektedir.

3-              Gebelik ve loğusa döneminde kullanımında kaçınılması gerekmektedir. Bunun sebepleri daha önceki bölümlerde açıklanmıştır.

4-              Toplumun en önemli sorunlarından biriside kısırlıktır(infertilite). Çocuk sahibi olmak istediği halde bu arzusuna kavuşamayan hastalarda kullanımına başlamadan önce,infertiliteye  sebep olan temel patolojinin tespiti gerekmektedir. Temel de yatan bu sebep tespit edildikten sonra sebebe yönelik uygulamalar tercih edilmelidir.

ENDOKRİN METABOLİZMA HASTALIKLARI

İnsan vücudunun çeşitli fonksiyonları belli başlı iki kontrol sistemi ile düzenlenir. Bunlar sinir sistemi ve hormonal sistemdir. Genel olarak hormonal sistem,organizmanın belli başlı metabolizma fonksiyonlarını kontrol eder.Hormonal kimyasal bir madde olup organizma sıvıları içinde bir hücre veya bir hücre topluluğu tarafından salgılanır,organizmanın diğer hücreleri üzerinde fizyolojik bir kontrol uygular. Kimyasal yapı bakımından hormonlar,iki ana gruba ayrılırlar. Bunlardan birincisi proteinler ,protein türevleri veya aminoasitler ,ikincisi ise steroid yapıdaki hormonlardır.

Metabolizma ise ,hücrelerin yaşamasını sağlayan kimyasal olayları incelemektedir. Hücrelerdeki kimyasal reaksiyonların büyük bir oranı besinlerdeki enerjiyi hücrenin değişik fizyolojik sistemleri için kullanılabilir bir hale getirmek amacına yönelmiştir. Küçük moleküllerin daha büyük moleküllere dönüştüğü metabolik olaylara “anabolizma”,büyük moleküllerin daha küçük moleküllere dönüştüğü olaylara ise “katabolizma” denir. Hücrelerin sadece hayatiyetlerini sürdürebildikleri minimum metabolik düzeye ise “bazal metabolizma” denir.

Endokrin ve metabolizma hastalıkları,çok geniş bir yelpazede yer almaktadır. Ancak,toplumda en sık rastlanan hastalıklar ve bu hastalıkların genel tanımları şöyle özetlenebilir;

HASTALIK

TANIMLAMA

AKROMEGALİ

Kafa ve yüzde,ellerde,ayaklarda ve göğüs kafesinde anormal büyüme ile ortaya çıkan bir hastalıktır. Hipofiz bezinin ön bölümünde büyüme hormonunun çok fazla salgılanması sonucu oluşur. İleri aşamalarda Diyabetes Mellitus gelişme riski bulunmaktadır.

ALBİNİZM

Dermatoloji konu başlığı

ASETONEMİ

Kanda aseton düzeyinin yüksek olması halidir. İleri aşamalarda depresyon tablosu ile ortaya çıkar.

ASETONÜRİ

Üroloji konu başlığı

ASİDEMİ

Kanda hidrojen iyon konsantrasyonunun artması durumudur.PH değerinde düşme ile kendisini gösterir.

ASİDOZ

Vücut sıvılarında alkali maddelerin yoğunluğunun düşme,asit nitelikli maddelerin yoğunluğunda artma olması durumu. Vücut fonksiyonlarında bozulma ile kendisini gösterir. Bu bozulma özellikle Sinir Sisteminde önem taşımaktadır.

BASEDOW GRAVES HASTALIĞI

Tiroid bezinin bağışıklık sistemi ile ilgili iltihaplı hastalığıdır. Gözlerde aşırı derecede büyüme dışa doğru çıkma en önemli bulgudur.

CUSHING HASTALIĞI

Kortizon hormon salımının artması ile oluşan bir hormon hastalığıdır. Gövde de şişmanlama,ay dede yüzü ,akne,karın bölgesinde çizgi oluşumları,yüksek tansiyon ,psikiyatrik bozukluklar ile birlikte seyredebilirler.

DİABETES INSIPIDUS

Yalancı şeker olarak da bilinir. Çok fazla idrara çıkma,çok fazla su içme ile karakterlidir. İdrar dansitesi çok düşüktür.

DİABETES MELLİTUS

Normalde pankreas beta hücrelerinden salgılanan insülinin yokluğu,yetersizliği ya da etkisizliği sonucu gelişir.çok idrara çıkma,çok su içme ve çok yemek yeme ile kendini belli eder. Çocuklarda görülen ve kalıtsal olan tipi ile erişkin yaşta karşılaşan tipi arasında çok büyük farklılıklar bulunmaktadır.

FEOKROMASITOMA

Böbreküstü bezinin bir tümör hastalığıdır. Krizler halinde gelen hipertansiyon atakları vardır. Nöbetler esnasında baş ağrısı,heyecan,çarpıntı,terleme,ateş basması mevcuttur.

GUATR

Tiroid bezinin normalden daha büyük olması ile karakterli bir hastalıktır. Büyüme ,bezin fonksiyonlarında artma ya da azalma yapabilir. Genellikle iyod yetersizliğine bağlı olarak gelişir.

HAND SCHÜLLER CHRISITIAN

Lipid hücrelerinden kaynaklanan ve özellikle kafatasında kemik yıkılımı ile kendisini gösteren kolesterol ester kümelenmeleri ile karakterli hastalık

HASHIMATO TİROİDİTİ

Lenfosit hücrelerinin Tiroid bezini istilasıyla kendisini gösteren hastalıktır.

HİPERTİROİDİ

Tiroid hormonunun fazlalığına bağlı bir hastalık tablosudur. Çarpıntı,sinirlilik,sıcağa tahammülsüzlük,kilo kaybı,titreme,kas güçsüzlüğü,ishal olabilir. Basedow Graves tipi hipertiroidi de bağışıklık sistemi etkilenmektedir.

HİPOTİROİDİ

Tiroid hormonun yetersiz salgılanması sonucu gelişir. Halsizlik,hafıza kusurları,soğuğa tahammülsüzlük,kilo artışı,kabızlık,saç dökülmesi ve ses kalınlaşması belli başlı bulgulardır.

KRETENİZM

Hipertiroidinin doğumsal olanıdır. Bu hastalarda bebeklik çağında başlayan orantısız büyüme bulguları vardır.

MARIE HASTALIĞI

Akromegali.

YALANCI ŞEKER

Diyabetes Insipidus.

Endokrin Metabolizma Hastalıları

1-              Hormonal hastalıklar içinde Diyabet en yaygın sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu hastalık iki farklı form olarak gözlemlenebilmektedir.

“Tip 1 Diyabet”olarak adlandırılan çocukluk çağında başlayan ve genetik geçiş özelliği bulunan tipte,pankreastan insülin salımı hiç bulunmamaktadır. Bu tip şeker hastalığın temelinde genetik faktörler yatmasına bağlı olarak  çok başarılı sonuçlar elde etmek şansı bulunmamaktadır. Bu tür hastalarda  kullanımı ile ileri dönemlerde ortaya çıkma riski bulunan böbrek,göz ya da diğer organ tutulumlarını engellemek hedefenmelidir.

“Tip 2 Diyabet” olarak bilinen diğer tip şeker hastalığında ise pankreastan insülin salımı bulunmakla birlikte organizmanın ihtiyacını karşılamaktan uzak kalmaktadır. Daha çok hatalı beslenme sonucu ortaya çıkan bu tip şeker hastalığı,ileri yaşlarda oluşmakta,aşırı şeker,karbonhidrat,alkol tüketiminde bulunan kişilerde sıklıkla görülmektedir. Bu tip hastalarda kullanımı ile oldukça başarılı sonuçlar elde edilebilmektedir. Acı tadından dolayı şeker,meyve özleri ya da bal ile karıştırılarak kullanılan  istenen sonuca ulaşmayı engellemekte,bilakis hastanın serum glükoz seviyelerinde yükselmeler olabilmektedir.

2-              Tiroid bezinin bir hastalığı olan “guatr”da iki farklı görünüm ile karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan birincisi “diffüz guatr” olarak adlandırılan Tiroid bezinin tamamında oluşan büyüme tablosudur. İkinci tip olan “nodüler guatr” ise,Tiroid bezi içinde farklı büyüklüklerde bir ya da birden çok kitlenin bulunduğu durumlardır. Her iki tip guatrda da başarılı sonuçlar alınabilmektedir. Ancak nodüler guatr durumunda başarıya ulaşmak için diffüz guatra göre daha uzun süre kullanım gerekmektedir.

3-              Diğer hormonal hastalıklarda ise sebebe yönelik uygulamalarda bulunulması önerilmektedir.

Materyal Ve Metot

           Yetişkin,erkek ICR farelerinde (20-30 g , her grupta 8 adet) diyabet oluşturmak için , intraperitoneal olarak 200 mg/kg  streptozotosin uygulanmıştır. Toz halindeki streptozotosin %0,9 salin ile karıştırılmıştır. Kontrol grubundaki hayvanlara bu enjeksiyon yapılmamıştır. Beş gün sonra,kontrol grubu dışındaki her gruptan iki fare randomize yöntemle seçilmiş ve diyabet yönünden incelenmiştir. Hayvanların diyabetik olduklarının tespiti için kan şekeri değeri belirlenmiş ve not edilmiştir. Eter anestezisi altında,tüm farelerin birer tarafları tıraşlanmıştır. Her hayvanda bozuk para büyüklüğünde bir alan işaretlenmiş ve bu alanda subkütanöz olarak 0,2 cc %2 jelatin(%0,4 NaCI , %1 Etanol) uygulanmış,küçük birer bleb oluşturulmuştur. Bu enjeksiyonun hemen ardından 2,20 ve 100 mg/kg renklendirilmiş gibberellik asit A enjeksiyonu yapılmıştır. Gibberellin enjeksiyonu işaretlenmiş alanın dışına uygulanmıştır. Diyabetik ve nondiyabetik birer grup hayvana jelatin yerine salin enjeksiyonu yapıldı,bu hayvanlara da gibberellin uygulamasında bulunundu.

   İkinci enjesiyondan 3 saat sonra hayvanlar öldürüldü. İşaretli bölgeden insizyonlar yapılarak subdermal doku çıkarıldı ve boyandı. İşaretli bölgelerdeki polimorfonükleer lökosit infiltrasyonunun tespiti için subdermal doku Wright boyası ile boyandı. Her numuneden randomize seçilmiş üç kesit ışık mikroskobunda incelendi. Polimorfonükleer lökosit hücre sayımları için ortalama ve standart hatalar hesaplandı.      

NÖROLOJİ HASTALIKLARI

Sinir sistemi ,endokrin sistemin yanı sıra,vücudun kontrol fonksiyonlarının büyük bir bölümünü sağlar. Genel olarak sinir sistemi  kas kasılması bazı iç salgı bezlerinin sekresyon temposu gibi vücudun hızlı aktivitelerini kontrol eder. Endokrin sinir bunun tersine başlıca vücudun metabolik fonksiyonlarını düzenler. Sinir sistemi sağladığı kontrol faaliyetlerinin büyük karmaşıklığı açısından benzersizdir. Kelimenin tam anlamıyla değişik duyu organlarından binlerce bilgi parçacığı alır ve sonra bütün bunları vücudun cevabını oluşturacak şekilde entegre eder. Sinir sisteminin merkezi beyin ve omuriliktir. Bunun dışında vücudun en uç noktalarına kadar ulaşan sinir sistemi ağı da bilgilerin merkeze iletilmesinde görev alırlar. Bilgi , merkezi oluşturan bölümlere kadar gelir,ancak bunlardan çok küçük bir bölümü doğrudan doğruya bir cevap uyandırır. Geriye kalanın büyük kısmı,ileride aktiviteyi kontrol etmek ve düşünme sürecinde kullanmak için depo edilir,saklanır. Bilgini saklanması “hafıza” olarak adlandırılan süreçtir.

Belli başlı nörolojik hastalıklar şöyle özetlenebilir;

HASTALIK

TANIMLAMA

ALZHEIMER HASTALIĞI

Genellikle 50 yaş altında görülen organik bir bunama türüdür. Gözlerde ve sinir sisteminde dejeneratif değişikliklerle ortaya çıkar

ARAN DUCHENME HASTALIĞI

Gitgide ilerleyen kas dokusu harabiyeti ile karakterize bir hastalıktır.

ELİLEPSİ

Nöbetler halinde gelen,beyin dokuda anormal elektrik deşarjından kaynaklanan bir hastalıktır. Hasta bayılma olmadan,hatta kendisi bile hissetmeden nöbet geçirebilir.

FASİYAL PARALİZİ

Soğuk ya da virüslere bağlı olarak gelişir. Hareket kaybı vardır. Yüz çizgileri silinmiş,dudak aşağı sarkmıştır. Hasta ıslık çalamaz.

FRÖCHLICH SENDROMU

Hipofiz bezinin bir tür tümörüdür. Genital fonksiyonlar geri kalmıştır. Orantısız cücelik vardır. Dystrophia adiposogenitalis adıyla da bilinir.

GUILLAIN BARRE HASTALIĞI

Virüsler tarafından oluştuğu tahmin edilen sinir sistemi ile ilgili bir hastalıktır. Dudaklarda uyuşma,adalelerde güçsüzlük vardır. Beyin omurilik sıvısında protein miktarı artmıştır.

KORE HASTALIĞI

Ani,amaçsız,düzensiz hareketler vardır. Adale kuvvetsizliği ve psikolojik kararsızlıklar eşlik eder. Yürüme ve el işlerinde güçsüzlük vardır.

MENIERE HASTALIĞI

Baş dönmesi,bulantı,kusma,kulak çınlaması ve ileri aşamalarda sağırlıkla seyreden bir hastalıktır. Hastalık nöbetler halinde ilerler. Nöbetler dakika ya da saatlerce sürebilir.

MİGREN

Şiddetli baş ağrısı nöbetleri ile karakterize bir hastalıktır. Tipik migren yarım baş ağrısı tarzında oluşur ve ağrının geleceğini,hasta önceden hissedebilir. Bulantı,kusma ve gözlerde kararma eşlik edebilir.

MOTOR NÖRON HASTALIĞI

İlerleyici kas dokusu harabiyeti ile kendisini belli eder. Kas dokusu hacminde azalma,uyuşmalar ile ilerler.

MULTİPL SKLEROZ

Virüs enfeksiyonları ya da bağışıklık sistemi bozuklukları sonucu geliştiği düşünülmektedir.20-40 yaşları arsında sıktır.

MYASTENİA GRAVİS

Kas zayıflığı ve yorgunlukla karakterizedir. Her iki cinste ve her yaşta olabilir. Hastalığın bağışıklık sistemi ile ilgisi olduğu düşünülmektedir.

NIEMAN PICK HASTALIĞI

Kalıtsal özelliği olan bir hastalıktır. Karaciğer,dalak,lenf düğümleri ve kemik iliğinde biyokimyasal değişiklikler vardır. İleri aşamalarda beyin dokusu tutulumu olabilir.

NÖROFİBROMATOSİS

Genetik olarak geçebilir. Tümör bulguları vardır. Klasik anlamda omurilik ve kafa çiftlerine yerleşir.kendisine has deri dökülmeleri vardır. Kanserleşme ihtimali vardır ve kanserleştiği takdirde sarkom olarak karşımıza çıkar.

PARKİNSON HASTALIĞI

Kaslarda genel sertlik,hareketlerde yavaşlama ve statik titreme ile karakterizedir. Hasta yürürken kollarını sallamadan ve öne doğru eğik pozisyonda yürür.yüz mimiksizdir. Konuşma patlayıcı tarzdadır,kelimeler seçilemez.

RECKLINGHAUSEN HASTALIĞI

Nörofibromatosis

TRİGEMİNAL NEVRALJİ

Kafadaki sinirlerle ilgili bir hastalıktır. Ani başlayan çok şiddetli ağrı ile karakterizedir. Ağrı ,yakıcı batıcı tarzdadır. Yüzün belli bölgelerine dokunmak,soğuk,çiğneme,yutkunma ağrıyı başlatabilir.

YÜZ FELCİ

Fasial Paralizi

KAN  HASTALIKLARI  

Kan ,damarlar içinde sürekli dolaşan sıvı bir ortamdır. Plazma olarak adlandırılan sıvı kısım ile onun içerisindeki süspansiyon halinde tutulan hücrelerden oluşur. Kan,hücre ve dokuların dış ortamla ve birbirleriyle bağlantısını sağlar. Kanın belli başlı fonksiyonları şunlardır;

1-                                      Solunum;Akciğerlerden oksijen alıp,hücrelere getirmek ve buradaki karbondioksiti geri akciğerlere taşıma görevini kırmızı küreler(eritrosit) ve plazma yapar.

2-                                      Beslenme;Sindirim kanallarından besin maddelerini alıp hücrelere ve karaciğere taşıma işi plazmanın görevidir.

3-                                      Boşaltım;Üre,ürik asit ve kreatinin gibi metabolizma gibi atıklarının boşaltım organlarına taşınması işi,plazma tarafından gerçekleştirilir.

4-                                      Su-elektrolit dengesi;Kan sindirim kanalı ve boşaltım organları ile yakın bağlantısı sayesinde ,doku ve hücrelerin su ve erimiş madde kapsamının tam bir denge halinde kalmasını sağlar.

5-                                      Beden sıcaklığı;Metabolizmanın düzgün çalışabilmesi için tüm organların belirli bir ısıda korunmaları gerekmektedir.

6-                                      Koruma;Kan,bedeni,zararlı varlık ve etkilere karşı koruyacak araçları bünyesinde bulundurur. Bunların dışında beyaz küreler(lökasit) gelir. Ayrıca plazmada bulunan antitoksinler,lizinler ve antikorlar da benzer fonksiyona sahiptir.

Kan üretim yeri iliği,dalak ve lenf bezlerinde üretilir. Dolayısı ile kan hastalıkları incelenirken bu organların fonksiyonları da göz önüne alınmalıdır.

KULAK , BURUN , BOĞAZ HASTALIKLARI

İşitme ve denge oranı kulak,üç bölümden oluşur; Dış kulak bölümünde kulak kepçesi ve dış kulak yolu vardır. Kulak zarı ile sonlanır. Orta kulakta işitmede önemli derecede rol oynayan üç kemik mevcuttur. Ayrıca solunum yolu ile arasında hava akımı sağlayan östaki borusu bulunur. İç kulak ise sesin sinirler tarafından algılanmasını sağlar. Ayrıca denge hissinin oluşunda etkili olan salyangoz cisimciği de burada yer alır.

Burunun en önemli fonksiyonu alınan ve verilen nefes havasının kontrolüdür. Koku duyusu burun tarafından alınarak beyindeki koku merkezine taşınır.

 

HASTALIK

BADEMCİK

ENFEKSİYONU

TANIMLAMA

 

Tonsilit

BURUN KANAMSI 

Epistaksis

EPİSTAKSİS

Tek ya da iki taraflı burun kanamsıdır. Çok değişik hastalıklara bağlı olarak gelişebilir. 

İŞİTME KAYIPLARI

İşitmede rol alan sinirlerden kaynaklanabilir. Ya da sesin iç kulağa ulaşmasına engel olan patolojiler neden olabilir. 

MENİERE HASTALIĞI

Nöroloji konu başlığı

OTITIS MEDİA 

Orta kulak boşluklarında bulunan iltihap reaksiyonudur. Hasta kendi sesini az ya da değişik duyduğunu belirtir. Sağırlık ilerlemiş vakalarda gözlenir.

RİNİT

Su gibi burun akıntısı vardır. Hapşırma, göz yaşarması eşlik eder.   

SAĞIRLIK

İşitme kayıpları 

SİNÜZİT

Yüz bölgesinde ağrı vardır. Ağrı sabah saatlerinde başlar. Başın öne doğru eğilmesiyle şiddetlenir. Geniz ya da burun akıntısı olabilir. 

TONSİLLİT

Vücutta dış etkilere karşı savunma görevini sürdüren bademciklerin iltihaplanmasıdır. Öksürük ve ateş temel burgulardır. Bulantı, kusma ve ishal görülebilir.

TÜKRÜK BEZİ ENFEKSİYONLARI

En önemli tükürük bezleri parotis, submaksiller ve sublingual bezlerdir. En önemli enfeksiyonu ise kabakulaktır.

Kulak burun boğaz hastalıkları

      Kulak burun boğaz hastalıklarının oluşumunda çok farklı sebepler yatmaktadır. Bitkisel ürünlerin kullanımı da aynı şekilde farklılıklar gösterebilmekte, beklenen faydanın temini için doğru ürünlerin seçimi önem taşımaktadır. Bu kapsamda lokal ürünleri, arı kovanı ürünleri ve besin tamamlayıcılar kullanımı gerekmektedir. Düzenli ve komplike kullanım diğer destekleyici tedaviler olduğu gibi son derece önemlidir.

GÖZ HASTLIKLARI 

Göz,optik bakımından bir fotograf makinasına benzer. Çünkü gözünde bir mercek sistemi,değişebilen bir apartur sistemi ve filme eşdeğer bir retinası vardır. Görme organının normal olarak,derinlik hissi diye bilinen,mesafeyi hissetmesi için üç büyük yol vardır.

1-Cisimlerin Nispi Büyüklükleri;Eğer bir şahıs,bir adamın 1,80 m boyunda olduğunu biliyorsa,bu adamı bir tek gözüyle dahi görse kendisi ile arasındaki mesafenin ne kadar olduğunu tahmin edebilir.

2-Hareket Eden Paralaks ile Mesafenin Saptanması;Eğer bir şahıs,gözleri hareketsiz olarak uzağa bakarsa ,hiçbir hareket eden cisimde yoksa mesafe algılayamaz. Fakat bu kişi başını bir taraftan diğer tarafa çevirirse uzaktaki cisimlerin görüntüleri dururken ona yakın olan cisimlerin görüntüleri retina üzerinde hızla hareket eder.

3-Stereopsis İle Mesafenin Saptanması;İki göz arasında yaklaşık 5 cm. mesafe bulunmaktadır. Dolayısı ile retina üzerindeki görüntü arasında farklılık bulunmaktadır.

Retina üzerine düşen görüntü,optik sinir aracılığı ile beyinde görme merkezine ulaşır ve burada elde edilen görüntüler ile ilgili değerlendirmeler yapılır.

HASTALIK

TANIMLAMA

GLOKOM

Göz içi basıncının yükselmesi ve buna bağlı fonksiyonel bozukluklarında doku tahribatının ortaya çıkması durumudur.

GÖZ TANSİYONU

Glokom

KONJONKTİVİT

Gözün konjonktiva tabakasının iltihaplanmasıdır. Sulanma ve kızarıklık ile başlar. Gözde batma,yabancı cisim hissi vardır.

PSİKİYATRİK RAHATSIZLIKLAR

Pisikiyatrik hastalıklar şu rahatsızlıkların biri ya da bir kaçı sonucunda gelişebilir;

1-Biyolojik fonksiyonlar,

2-Psikodinamik adaptasyon ,

3-Öğrenilmiş davranışlar,

4-Sosyal ve çevresel şartlar.

Psikiyatrik hastalıkların teşhisi ve tedavisi özel testler ve çoğu zaman uzun süre alan çalışmalardır. Kişinin şikayetlerinde organik bir temel tespit edilemediği pek çok durumda gerçek sorunun psikiyatrik olduğu  kabul edilmektedir. Ancak yeni teşhis yöntemlerinin geliştirilmesi ve yeni laboratuar yöntemlerinin kullanıma girmesi ile birçok psikiyatrik hastalığın temelinde yatan organik bozukluklar tespit edilmektedir.

HASTALIK

TANIMLAMA

ALKOLİZM

Madde bağımlılığı.

MADDE BAĞIMLILIĞI

Metabolizmanın normal işleyişinde yabancı bir maddenin mutlak zorunlu hale geldiği durumlarda,bu maddenin alınamaması sonucu gelişen tablodur. En yaygın şekli alkolizmdir.

MELANKOLİ

Hüzünlü ve kendini itham eder konuşma,fikir ve düşüncelerde yavaşlama,depresyon,ağlama,kendini küçük ve kıymetsiz görmesi,uykusuzluk,intihar,az ve isteksiz konuşma vardır.

STRESS

Günlük olaylar karşısında kişinin adaptasyon kapasitesinin yetersiz kaldığı durumlara verilen genel bir isimdir.

ŞİZOFRENİ

Sebebi bilinmeyen,erken yaşlarda başlayan(17-25),kronik,ilerleyici seyir gösteren bir hastalıktır. Kişi gerçek duygu ve düşüncelerinden 
uzaklaşıp muhakeme kusurları gösterir.

UYKU BOZUKLUĞU

Stress sonucu gelişebilir. Toplumda genelde iş yaşantısı ile ilgili sorunlar,aile içi problemler en önemli sebepleri teşkil etmektedir.

bosluk

 

BİN YILIN MUCİZE BİTKİSİ

“SARIMSAK

           

            Bu tabiri ben koymadım, ABD’li bilim adamlarınca verilmiş bir isimdir. Kanaatimce sarımsak bu unvanı fazlasıyla hakketmektedir. Peki niçin sarımsak? Özellikle 1990’lı yıllardan sonra kanser AIDS gibi hastalıklarda artış ve bir çözüm bulamama bilim adamlarını bir arayışa soktu. Bu arayışlardan en fazla payı alanlardan bir tanesi de, binlerce yıldır insanoğlu tarafından tedavi amaçlı olarak kullanılan ve popülaritesini hiç kaybetmemiş bir bitki olan sarımsaktır.

 

 İnsanlık tarihinde binlerce hastalık ortaya çıkmış ve bunların tedavileri yokken, yapılan araştırmalar sonucu etkin tedavi ajanları ile belli hastalıklar tamamen ortadan kaldırılırken, bir zamanlar salgınlara ve toplu ölümlere neden olan bazı hastalıklar ise kolayca şifa bulur hale gelmiştir. Bu hastalıkların günümüzdeki örneği ise çağımızın vebası olarak görülen AIDS ve kanser hastalıklarıdır. Yine kardiyovasküler hastalıklar ve metabolik hastalıklar da günümüzde insanoğlunu muzdarip bırakan önemli hastalık guruplarıdır. Bu gün bilim adamlarının bütün ilgisi bu hastalıkların üzerine toplanmış ve çözüm arayışları sürmektedir.

 

Bu arayışlar sırasında özellikle son yıllarda sarımsak , yoğun olarak ilgi görmeye başladı. 2001 ve 2002 yıllarında yüzlerce makale dünyanın dört bir yanından endexlere yansıdı. Elde edilen bulgular hiç de küçümsenecek boyutta değildir. Çoğu bilim adamının birleştiği nokta sarımsağın mükemmel biyoaktif bileşikler içerdiği yönündedir.

 

            Alternatif tıp dediğimiz uygulamalar bilim adamlarının hep ilgisini çekmiştir. Batı Afrika ülkelerinden Gine’de başkent Conakry’nin 450 km uzağında balta girmemiş ormanların ortasında yaşayan şamanlar buna bir örnektir. Teknolojinin ve tıbbi malzemenin giremediği bu bölgelerde insanları atalarından kalma yöntemlerle iyileştiren şamanlar, artık batılıların umudu olmuş durumdalar. ABD, Almanya, Fransa gibi ülkelerde kurulu ilaç firmaları ; bitki kökleri, kabukları ve yapraklarından tamamen doğal ilaçlar kullanan , sıtmadan ishale, depresyondan yüksek tansiyona, iktidarsızlıktan sarı hummaya kadar 200’e yakın hastalığı “ot” larla ortadan kaldıran şamanların sırları peşinde milyonlarca dolar döküyorlar. Doğada 500 bin kadar değişik bitki türü olduğu düşünülürse ölümcül pek çok hastalığa doğanın çare olma olasılığı son derece yüksektir. ABD Kanserle Savaş Enstitüsü tek başına her yıl binlerce bitki özünü araştırıyor. Yumurtalık kanserine pasifikte yetişen bir bitkiden elde edilen Taxol adlı ilaçla şifa bulunduğunu düşündüğümüzde, doğanın bu gibi örnekleri bünyesinde barındırdığı aşikar olup bizlere düşen görev bunu ortaya çıkarmak olmalıdır.

 

            Bunlar arasında benim ilgimi çeken ve her geçen gün öğrendiklerimle hayranlık duyduğum “ SARIMSAK” , çok eski dönemlerden bu yana yemeklerde çeşni olarak kullanımı bir yana , tedavi amaçlı olarak da kullanılmaktadır.

           

1943 yılında Dr. Hafız Cemal tarafından yazılan “ Lokman Hekimin Ye Dediği Şifalı Bitki Sarımsak “ adlı kitaptan alınan sarımsağın faydaları kısmını aynen sunmak istiyorum.

 

1.      İlk çağda Mısırlılar, Araplar, Türkler ve Yunanlılar sarımsağı çok kullanmışlardır. Milattan 4 - 5 bin yıl önce Mısır’da yapılan büyük ehramların içinde sarımsağın resmi ve adı yazılmış taşlar bulunmuştur.

2.      Romalılar muharebeye giden askerlerine neşeceat ve cesurluk vermek için bol bol sarımsak yedirirlerdi.

3.      Grip salgını sırasında bol  sarımsak yiyen gripten korunur.

4.      Sarımsak birinci sınıf derecesine yakın bir kuvvette antiseptiktir, mikropları uyuşturur, hatta bir çoğunu telef eder.

5.      Sarımsak kanı temizler.

6.      Sarımsak kan deveranını, damarlarda dolaşımını düzgün yapar.

7.      Sarımsak romatizmalılara şifa verir.

8.      Çok sarımsak yiyenler sağlam ve uzun ömürlü olurlar.

9.      Nefes darlığına astıma iyi gelir.

10.  Eski hekimlerin çoğu sarımsağı solucan düşüren ilaç olarak methederlerdi.

11.  Sızlayan dişetlerine ara sıra sarımsak sürülürse fayda verir.

12.  İnsan her gün bir baş sarımsağı yerse kanser hastalığına yakalanmaz diyen bazı hekimler vardır.

13.  Sarımsak troid denilen çok önemli bir bezin faaliyetini artırır.

14.  Yılan, akrep, kırkayak gibi zehirli hayvan ve böcek ısırmalarından husule gelen yaralara sarımsak yağı sürülürse çok fayda verir.

15.  Sinirlilikten , zayıflıktan, ve ayyaşlıktan ileri gelen el veya ayak titremelerine karşı sarımsak çok fayda verir.

16.  Akşam yemeğinde bolca sarımsak yiyen geceleyin rahat uyur.

 

Görüldüğü gibi Dr. Hafız Cemal sarımsakla ilgili pek çok şeye değiniyor. Bunların bazıları bizi güldürse de sarımsağın etkinliği günümüzde ispatlanmıştır.

 

Sarımsakla ilgili pek çok haber basın yayın organlarımıza da yansımıştır. Bunlardan bir kaçını sizlerle paylaşmak istiyorum.

 

“Marmara Ünv. Öğretim Üyesi Doç. Dr. Emel ALPHAN – sarımsak çiğnenerek yenildiği taktirde kanser olma riskini azaltır – dedi. Vitamin, mineral ve aminoasid yönünden son derece zengin olan sarımsak, kalp krizi, beyin kanaması ve kanser  olma riskini azaltıyor”

( Milliyet gaz. 15 Aralık 2001 )

 

 

“-Eğer kalp hastalıkları ile ilgili risk faktörlerini de göz önüne alarak bir ilaç dizayn etmemiz gerekseydi sarımsaktan daha iyisini yapamazdık- diyor, Kaliforniya’daki  Ojai Center of phytotherapy’nin müdürü Amanda MC. Quade Crawford.”

( Haftalık pusula dergisi 10/8/1999)

 

“Sarımsağın sürekli kullanımı kalp hastalıklarından koruyor. Sarımsak iyi huylu (HDL) kolesterolü yükseltirken, kötü huylu ( LDL ) kolesterolü ve trigliseritleri düşürüyor. Ayrıca tansiyonu düşürmek için kullanılıyor. Araştırmalar sarımsağın çeşitli mikroorganizmalara karşı etkili olduğunu ortaya koyuyor. Sarımsak bağışık sistemini güçlendirmesinin yanında antiviral ve antifungal olarak da kullanılıyor. ( Hürriyet gaz. 3/6/2000)

 

“Çin’de yapılan bir araştırma, sarımsak tüketiminin fazla olduğu kişilerde gastrik kansere yakalanma riskinin daha düşük olduğunu ortaya koydu.”             ( Kastamonu gaz. 3 Mayıs 2002 )

 

“  - American Society of Tropical Medicine and Hygiene -  genel kurulunda ABD’nin Atlanta kentinde  sarımsak araştırması raporu sunuldu. Sarımsakta sıtma ve kansere karşı savaşta önemli rol oynayan bileşikler olduğu ortaya çıktı. Kanada’nın Toronto Universitesinde yapılan araştırmada sarımsağın sıtmada olduğu kadar kanserle savaşta da önemli rolü olduğu saptandı. Disülfides adı verilen sarımsaktaki bileşiklerin antiviral, antibakteriyel, antiparaziter ve antikanserojen özellik taşıdığı belirlendi. Sarımsağın bir bileşeni olan Ajoenin, hücreler için önemli olan  glutatyon sistemi üzerine etkili olduğu gözlendi. “

( Kastamonu gaz. 10 Haziran 2002 )

        

SARIMSAK ( Allium Sativum )

 

·        Anavatanı Hindistan olan sarımsağın tarihi insanlık kadar eskidir.

·        Tarihin ilk çağlarında Sümerlerin sarımsağı bildikleri ve ilaç olarak kullandıkları elde edilen arkeolojik kayıtlardan anlaşılmaktadır.

·        Eski mısırlılar sarımsağı ilaç olarak kullanmışlardır.

·        Tarihi kayıtlardan Gizek piramidini yaptıran Firavun Keops ‘un ( IV Hanedan ) inşaat sırasında işçilere bol miktarda sarımsak yedirdiğini öğreniyoruz. Tarihçi Heredot, Mısır Piramitlerini yapan işçi ve kölelere hastalıklardan korunmaları, sağlıklı ve diri kalmaları için sarımsak verildiğini yazar.

·        Günde kilometrelerce yol yürüyen Romalı savaşçılara sarımsak yedirilmiştir.

·        Mısırlı anneler çocuklarını bağırsak kurtlarından korumak için boyunlarına sarımsak asarlarmış.

·        Eskiler sarımsağın özelliklerini mucizevi olarak yorumlamış, ilk tıp bilginlerinden Hipokrat bile bu bitkiyi terletici ilaçlar sınıfına sokmuştur.

·        Avrupada haçlı seferlerinden sonra şeytani güçlerle savaşta bile kullanılmıştır.

·        Sarımsağı İsrailoğulları Mısır’dan Filistin’e getirdiler. Oradan da Anadolu ve İronya’ya dağıldı. İlk defa haçlı seferleri sırasında Fransa’ya geldi ve oradan Avrupaya yayıldı.

·        En çok Kuzey Afrika, Orta ve Güney Avrupa, ABD ve Meksika’da yetiştirilir.

·        Sarımsak Ortaçağda vebaya karşı kullanılmış ancak antibiyotiklerin keşfi ile gözden düşmüştür.

·        Sarımsak ülkemizde 12.yy dan bu yana yetiştirilmektedir. Bu gün dünyanın her tarafında yetiştirilen sarımsak, ülkemizde selenyumca zengin toprakları ile en iyi ve kaliteli yetişme ortamını sağlayan Kastamonu ilimizin Taşköprü ilçesinde yoğun olarak yetiştirilmekte ve hemen hepsi ithal edilmektedir.

·        Sarımsak bitkisi Liliaceae ( Zambakgiller ) familyasındandır ve Allium sativum tür adı ile bilinir.

·        25  - 30 cm. yüksekliğinde yeşilimsi beyaz veya pembe çiçekli otsu bir bitkidir. Nadiren tohum bağlar bu nedenle soğancıkları ile üretilir.

·        Sarımsakta özel ve keskin kokulu uçucu bir yağ, şekerler,fermentler, protein, fosfor, demir ile A, B, C Vitaminleri bulunur.

 

 

 

 

 

 

 

SARIMSAĞIN İÇERİĞİ    ( 100 gr. )

 

Kalori................................ 136 kkal

Protein...............................    6,1 gr

KH  ...................................   27,5 gr

Yağ ....................................     0,1 gr

Su   ....................................    64 gr

Kolesterol .........................     0

Kalsiyum ..........................   38 mgr

Fosfor................................   134 mgr

Demir ................................   1,4 mgr

B1 Vit ................................   0,2 mgr

B Vit................................    0,08 mgr

Niasin ................................    0,6  mgr

C-Vit  ................................   14 mgr

 

 

SARIMSAĞIN TIBBİ AÇILIMI

 

Farmakolojik Etki                               Etkiye Neden Olan Olası Bileşik

 

Antikoagulan   ...................................   Ajoen

Hipotansif   .......................................   Selenyum – Germanyum - Allicin

Antiparazitik   ...................................   Allicin – Aliin - Ajoen

Antibakteriyel   .................................   Alicin – Aliin

Antimikotik   .....................................   Allicin – Aliin – Ajoen

Antiviral   ..........................................   Allicin – Ajoen

Hipolipemik   ....................................   Dialil –disülfür

Ağır metal zehr   ...............................   selenyum-alil merkaptan- germanyum

Antikanserojen ..............................    Dialyl-disülfirler, allicin, ajoen,                      S-allylcysteine, selenyum, germanyum,

Antioksidan ......................................   organosulfür bileşikeri ( DAS, DADS,SAC, SEC, NAC ),  selenyum, germanyum

Hücresel bağışıklık   .........................   germanyum, selenyum, çinko, allicin

Bütünleyici etki   ..............................   Mg ve Ca

 

 

Sarımsakta bulunan en önemli kimyasal bileşikler sülfür bileşikleridir. Bunlar aliin, allicin, thiosulfinatlar, gama-glutamylcysteine peptitleri ve çeşitli diğer sülfür bileşikleridir. Bunların bazıları sarımsakta doğal olarak bulunmazlar. Ancak sarımsağın kullanıma hazırlanması sırasında  uygulanan ezme, kesme, doğrama gibi işlemler sonucunda  oluşurlar. Sarımsaktaki sülfür bileşiklerinin % 82’sinin  Aliin’den  ve gama- glutamylcystein peptitlerden türediği sanılmaktadır. Aliin doğal olarak sarımsakta bulunur. Sarımsak mekanik bir işleme tabi tutulduğunda hücre içersinde vakuollerde bulunan alicinase enzimi açığa çıkar ve aliini allicine katalizler. Allicin ise sarımsağın çoğu biyolojik etkinliğinden sorumludur. Sarımsak kaynatılarak distilayonu yapıldığında burada allicine rastlanılmamış.  Bu durumda ise aliin ve allicinin çoğunun uçucu yağ asitleri olan diallyl-sülfitlere dönüştüğü ileri görülmüştür. Sarımsağın biyolojik aktif maddeleri Allicin, Ajoen ve Diallyl-sülfür bileşikleridir. Tüketimde sarımsaktan en iyi faydalanmanın yolu ise bu üç bileşenin bir arada olduğu formda mümkün olmaktadır. Sarımsağa has kokusunu kükürt ve sülfürlü uçucu yağ asitleri vermektedir. Dolayısıyla pişen yemeklere sarımsak atıldığında, yemek buharı ile bu bileşiklerin kaybı olmaktadır. Sarımsaktan faydalanmanın en mükemmel yolunun çiğnenerek yenmesi olduğu noktasında bu gün bilim adamları hemfikirler. Batıda çoğu ilaç marketlerde kokusuz ilaç tabletleri satılmaktadır. Bunun için sarımsaktaki sülfür bileşikleri klorofille maskelenerek koku ortadan kaldırılıyor. Kokusuz sarımsak tabletlerinin biyolojik etkinliğinin çok az olduğunun ortaya konulmasından sonra  kokusu azaltılmış  (low odor product )tabletler geliştirilmiştir. Bunlarda ise sülfür bileşiklerinin konsantrasyonu düşük tutulmuştur.

Buna bir firmanın çıkarmış olduğu ürünle örnek vermek istiyorum.

 

High – Potancy Garlic Powder:

·        Aliin   13,200 mgr

·        Allicin  6,000 mgr

·        Thiosulfinates  6,000 mgr

·        g- glutamylcysteine peptides  5,200  mgr

·        Other Sulfurs   4,200   mgr

 

Each entrically coated tablet ( they dissolve in the intestine is roughly the equivalent of 1 clove of fresh garlic.

 

Ülkemizde hala eczanelerimizde sarımsak tabletlerini görememekteyiz. Batı toplumu sarımsağı bir ilaç olarak kabullenmiş ve yoğun olarak bu tabletleri kullanmaktalar. Çoğu insan sarımsağın kokusu nedeniyle kullanımından kaçınmaktalar. Bu açıdan ülkemizde de sarımsak tabletlerinin kullanımının teşvik edilmesi eczanelerimizde yer almasının faydalı olacağı kanaatindeyim.

 

Günümüzde  dünyada sarımsak tüketimi olan ülkeler arasında Bulgaristan ilk sırada yer alıyor. Bulgaristan’da kanser ve damar hastalıklarından ölenlerin sayısı Avrupa’ya nazaran    6 – 7 misli daha düşüktür.

İsveçli çocuklara okula giderken aileleri sarımsak yediriyorlar. Bu bir gelenek halini almış. Zira bu gün sarımsağın çocukları çocuk felcine karşı koruduğu anlaşılmıştır.

 

KANSERDE

 

Çok eskilerden beri sarımsağın kanser oluşma riskini azalttığı ve kanser tedavisinde kullanılabileceği yönünde pek çok söylem bulunmaktadır. Günümüzde yapılan pek çok çalışmanın sonucu da bu söylemi destekler nitelikte olup, sarımsaktan antikanserojen bir ilaç geliştirmenin formülleri aranmaktadır.

 

·        Guyonnet ve ark.ları sarımsağın bileşenlerinden olan DAS ve DADS’in, ratlarda yapmış oldukları çalışmada Aflatoksin B(1) genotoksisitesi üzerine etkisini araştırmışlar ve AFB1’in neden olacağı karaciğer karsinomu oluşma riskini, aflotoksin metabolizmasını hızlandırarak önlediğini ortaya koymuşlar.

( Carsinogenesis 2002 Aug;23(8):1335-41 )

 

·        Helikobakter pylori enfeksiyonları bilindiği gibi gastrit ve mide kanserine yol açabilmektedir. Iimura ve ark. bir grup rata  Helikobakter pylori ile beraber AGE ( aged garlic extrat ) vererek ( %4 oranında ), gastrit ve mide ca oluşumunu kontrol grubu ile karşılaştırarak araştırmışlar. Sonuçta kontrol grubunda her ratda gastrit ve mide ca oluşurken,  AGE verilen ratlarda gastrit semptomlarının hafif seyrettiği ve mide ca’nın oluşmadığı gözlenmiş. Sonuçta sarımsak ekstrelerinin H.pylorinin neden olabileceği gastrit ve mide ca’ların  önlenmesinde kullanılabileceği yargısına varılmış.

     ( Cancer lett  2002 Dec 10 ; 187(1-2) : 61 )

 

·        S-allylcysteine (SAC) sarımsağın suda çözünebilen bir kompenentidir.  Balasenthil ve ark.ları DMBA ( Dimethylbenzanthracane ) ile bir gurup hamsterde oluşturulan yanak kanseri üzerine lokal olarak SAC uygulamışlar ve kanserin iyileştiğini gözlemlemişler. SAC’ın bu etkiyi kanser hücrelerinde apoptosis ile ilişkili Doku transaminaz (tTG) enzimini indükleyerek ve Bcl-2 enzimini inhibe ederek yaptığını ortaya koymuşlar.

( Cell Bochem Funt 2002 Sep ;20(3): 263-8 )

 

·        Diallyl suflide ( DAS ) sarımsağın bir bileşenidir. Shucla ve ark. bir grup fareye intraperitoneal olarak Erlich Ascites ( EA) tümörünü  uyguladıktan 1 saat sonra    0,2 ml  DAS’ı aynı yolla vermişler ve sonuçta DAS’ın EA tümör hücreleri üzerine sitotoksik etki yaparak ve angiogenesislerini inhibe ederek, farelerin yaşam süresini uzattığını ve %25 farenin kurtulduğunu gözlemlemişler.

( Biomed Environ Sci 2002 Mar ; 15 (1) : 41-7 )

 

 

 

·        Son yapılan çalışmalar sarımsak extraktının kanser gelişimini baskıladığını ortaya koymaktadır. Ancak kanser hücrelerinin göçü ( metastaz ) üzerine sarımsağın  etkisi yönünde tek çalışmayı Hu X ve ark.ları yapmışlar. AGE’in rat sarkoma tümör migrasyonu ve gelişimi üzerine etkisini araştırmışlar ve doza da bağımlı olarak rat sarkoma hücrelerinin gelişimini ve sarkoma hücre metastazını inhibe ettiğini gözlemlemişler.

( Mol Med 2002 Jun;9 (6) : 641 –3 )

 

·        Z-ajoene sarımsak yağının sülfürce zengin bir komponentidir. Ajoenin trombosit agregasyonunu invivo ve invitro olarak inhibe ettiği tanımlanmıştır. Li ve ark.ları yapmış oldukları çalışmada ajoenin antitümör aktivitesini in-vivo ve in-vitro olaral araştırmışlar. HL60 hücrelerinde erken mitotik aşamada ajoenin hücre proliferasyonunu önlediğini gözlemlemişler. Yine sarkomalı farelerin  %38’ inde ve heatocarsinomlu farelerin % 42’sinde proliferasyonun durduğunu gözlemlemişler.

( Carsinogenesis 2002 Apr;23(4):573-9 ) 

 

·        Ajoenin lösemili hastalarda, lösemi hücrelerinde apoptosisi indüklediği yapılan çalışmalarla ortaya konulmuştur. Dirsh ve ark.ları bu durumun mekanizmasını aydınlatma yolunda yapmış oldukları bir çalışmada leukemic hücrelerde ajoenin mitokondrial caspase şelalesini ve inhibitör caspase –8 i aktive ettiğini gözlemlemişler.

( Leukemia 2002 jan;16(1):74-83 )

 

 

KALP DAMAR SAĞLIĞI

 

·        Sarımsağın kan kolesterol düzeyini düşürdüğü ve ateroskleroz gelişimini önlediği söylenmekte. Bunun üzerine Ankara Ünv. Biyokimya bölümünde yapılan bir çalışmada sarımsağın oxidant / antioksidan durum ve ateroskleroz üzerine etkileri araştırılmış.

22 rat kolesterollü diyet ile beslenmiş. ( 0,5 g/kg/gün –4ay)

9 rat normal diyetle beslenmiş. (4 ay)

bu sürenin sonunda 22 rattan 7 sinde aterosklerotik plak oluşunu ve antioksidan aktivite ölçülmüş. Kalan 15 hayvanın 7 si normal lab yemi ile 8 taneside sarımsak ekstraktı ile beslenmeye devam edilmiş ( 1,5 ml / kg / day –3 ay ).  Bu süre sonunda sarımsak verilmeyen grupta antioksidan aktivitenin azaldığı ve aterosklerotik plak oluşumunun yaygın olduğu gözlenmiş. Sarımsak verilen grupta ise önemli bir antioksidan korunma sağlandığı ve plak oluşumunun çok azaldığı gözlenmiş.

( Nutr Metab Cardiovasc Dis 2002 Sep;7(2):4-6 )  

 

·        Sarımsakda bulunan organosülfür bileşiklerinin [ DAS ( diallyl sulfide), DADS ( diallyl disülfide), SEC ( s-allylcystein), NAC ( N-acetylcystein)] non enzimatik antioksidan etkileri lipozom sisteminde Yin ve ark.ları çalışmışlar. Sonuçta bu bileşiklerin lipit stabilitesini artırdıklarını gözlemlemişler.

( J Agric Food Chem 2002 Oct 9;50(21):6143-7)

 

·        Myocardial Ischemic-reperfusion Injury (IRI) de patolojik ve biyokimyasal değişikliklerde ana rolü oksidatif stres oynamaktadır. Oral sarımsak alımının myokardiyal endojen antioksidanları aktive ettiği ileri sürülmektedir.  Banerjee ve ark.ları IRA’lı hastalarda sarımsağın bu etkinliğini araştırmışlar ve özellikle kronik sarımsak alımlarının oksidatif stresten ileri gelen ultrastructural değişiklikleri önlediğini ortaya koymuşlar.

( BMC Pharmacol  2002 Aug 16;2(1):16

 

·        Epidemiyolojik çalışmalar taze sarımsağın hipolipidemik etkisinin olduğu yönünde bilgi vermektedir. Lin ve ark.ları, Apoprotein B nin oluşumu ve sekresyonu üzerine önemli bir rol oynayan MTP ( Mikrosomal trigliserid transfer protein ) gen ekspresyonu üzerine sarımsağın etkisini araştırmışlar ve uzun dönem sarımsak kullanımının intestinal MTP gen ekspresyonunu azaltarak böylece barsaktan dolaşıma şilomikron salınımını suprese ettiğini gözlemlemişler.

( J Nutr 2002 Jun ;132(6):1165-8)

 

·        Liu ve Yeh kültüre edilmiş rat hepatositlerinde sarımsağın suda çözünür organosülfür bileşiklerinin ( S-alkenyl Cystein, S-allylcystein, S-ethylcystein ) hepatosit kolesterol sentezi üzerine etkisini çalışmışlar. Sonuçta bu bileşiklerin HMG-CoA Redüktaz enzim aktivitesini, enzim miktarı yada mRNA düzeylerini etkilemeden sadece fosforilasyonunu artırmak suretiyle  %25-30 azalttığını gözlemlemişler.

( J Nutr 2002 Jun ;132(6):1129-34 )

 

·        Adbel-Razek ve ark.ları yapmış oldukları çalışma ile Allicinin Nitrik oksit sentaz enzimini aktive ettiğini ve rat pulmonal arterlerinde nitrik oksite bağlı bir relaksasyon olduğunu artaya koymuşlar. Ayrıca allicin uygulamasını mütakip Süperoksidismutaz, Katalaz, Glutatyon peroksidaz enzim miktar ve aktivitelerinde artış gözlemlemişler.

( Clin Exp Pharmacol Physiol 2002 Jan – Feb;29(1-2):84-91

 

 

 

 

ANTİMİKROBİYEL

 

·        Hofbauer ve ark.ları sarımsak ekstrelerinin yangısal ve enfeksiyöz olgularda nötrofil hücre göçü üzerine etkilerini araştırmışlar ve sarımsak ekstrelerinin lökokosit göçünde potent bir inhibitör olduğunu ortaya koymuşlar.

( Heart Dis 2001 Jan-Feb; 3 (1):14-7 )

 

·        Sarımsağın immunomodulatör etki yaptığı bilinmektedir. Colic ve ark.ları yapmış oldukları çalışmada T-Lenfosit proliferasyonu üzerine sarımsak extraktının modulatör etki yaptığını ortaya koymuşlar.

( Phytomedicine 2002 Mar; 9(2):117-24 )

 

·        Ajoenin, sarımsağın trypanolitic ve antimikotik aktivite gösteren bir bileşeni olduğu yönünde pek çok çalışma yapılmış. Ledezma ve ark.ları ajoenin Leishmania türleri üzerine etkisini araştırmışlar ve tüm leishmania türleri üzerine potent leishmanisidal etki yaptığını gözlemlemişler.

( Parasitol Res 2002 Aug;88(8):748-53 )

 

·        Lemar ve Turner sarımsağın Candida albicans üzerine fizyolojik ve morfolojik etkisini araştırmışlar ve taze sarımsak extresinin anti-candidal etki yaptığını gözlemlemişler.

( J Appl Microbiol 2002;93(3):398-405 )

 

·        Sarımsağın lökosit sitokin üretimini baskıladığına ve yangısal kemik hastalıklarında ( özellikle IBD- Inflamatuar bone diseases )   terapötik olarak kullanılabileceğine dair çalışmalar yapılmış. Sarımsakta bulunan bileşikler lökosit hücre çoğalmasını ve  sitokin üretimini modüle etmektedir. Hodge ve ark.ları in-vitro olarak monolükleer hücreleri sarımsak extresi ile uyarmışlar ve lökosit-sitokin üretimini flow cytometry ile ölçmüşler. Sonuçta:

1.      Monocyte IL-12 üretimi düşük AGE de inh olmuş ( >0,1 mgr / ml )

2.      Monocyte IL-10 üretimi ­  ( > = 10 mgr / ml )

3.     TNF-a, IL-1-a, IL-6, IL-8, T-cell interferon gama, ve IL-2 ‘de önemli düzeyde azalma gözlenmiş.

( Cytometry 2002 Aug 1; 48 (4) :209-15

 

DİĞER

 

·        Orak hücreli anemi morbidite ve mortalitelere yol açan önemli kalıtsal hastalıklardan biridir. Takasu ve ark.ları SCA de sarımsağın etkisini araştırmışlar. Yaşları 24 – 58 arasında olan 2 erkek 3 kadın hastada 4 hafta boyunca sarımsak denemişler ve Heinz cisimciklerinde belirgin bir azalma gözlemlemişler. Bu etkiyi sarımsağın orak hücreli eritrositlerde  önemli bir antioksidan etki yapmasına bağlamışlar.

( BMC Blood Disord 2002 Jun 19;2(1):3 )

 

·        Alzheimer’s Disease gibi neurodejeneratif hastalıklarda önemli derecede nöron kaybı görülür. Bu hücrelerin apoptosisinde anahtar mekanizma Caspase-3 ün aktivasyonudur. Ayrıca caspase-3 apoptosisin belirlenmesinde marker olarak da kullanılmaktadır. Caspase –3, beta-amiloid peptit formasyonunu katalizler.  Penk ve ark.ları antioksidan ve nöroprotektiv olarak bilinen sarımsağın, Alzheimer’s beta-amiloid sitotoksisitesine karşı caspase-3 aktivasyonunu inhibe ederek koruyup korumadığını araştırmışlar ve sonuçta sarımsağın caspase –3 inhibisyonu ile nöron ölümlerini engelleyebileceği kanaatine varmışlar.

( Med Sci Monit 2002 Aug; 8(8):BR328-37 )

 

SARIMSAKLA İLGİLİ NE GİBİ PROJELER HAZIRLANABİLİR?

 

·        Tüm bu yapılan çalışmaları doğrulayıcı çalışmalar yapılabilir.

·        Bilindiği gibi yaşlılıkla beraber diyabet, hipertansiyon ve kardiyovasküler hastalıkların bir arada görldüğü vakalar bir hayli fazla. Bu hastalarda sarımsağın CVH ve hipertansiyondaki etkileri malum olup, diyabet üzerine etkisi araştırılabilir.

·        Troid bezi fonksiyonları üzerine herhangi bir çalışma yapılmamış bu araştırılabilir.

·        Gebelikte sarımsak kullanımının olumlu ve olumsuz etkileri araştırılabilir.

·        Sarımsağın biyoaktif bileşenlerini purifiye ve karakterize edici bir çalışma yapılabilir.

·        Allicin, Ajoen, aliin, DAS, DADS bileşikleri sarımsağın ana biyoaktif maddeleri olduğuna göre, bunların antikanserojen, antibakteriyel, hipotansif, hipolipemik vs özellikleri itibariyle karşılaştırılmasına yönelik bir çalışma yapılabilir.

·        Baçede yetiştirdiğim sebzelerin aralarına dağınık olarak sarımsak diktiğimde, zirai bir ilaç kullanmamış olmama rağmen sebzelerimin herhangi bir haşereye maruz kalmadığını ve gayet sağlıklı ürün verdiklerini gözlemledim. Oysa 50 metre bitişikteki bahçenin sebzeleri zirai ilaç kullanılmasına rağmen telef oldular. Ayrıca mutfağa sarımsak astığımda ne sinek ne de sivrisineklerin ortamda bulunmadıklarını gözlemledim. Sarımsağın bu özelliğinden faydalanarak sinek kovucu bir losyon hazırlanabilir mi? Bitkilere yönelik zirai bir ilaç hazırlanabilir mi? Bunlar araştırılabilir.

·        Çeşitli bakteri kültürleri hazırlanıp, bunlara antibiyogram yapar gibi sarımsak extreleri damlatılarak hangi bakterilere bakterisid etki gösterdiğinin klasifikasyonu yapılabilir.

·        Eskiden verem için kullanılırmış. O halde M. tuberkülosis’in kültürü hazırlanarak sarımsakla muamele edilip bu etkinliği doğrulanabilir.

·        Bağışıklık sistemini aktive ettiği bilinmekte.  Bağışıklık sistemini zayıflatıcı veya çökertici bir viral enfeksiyona tabi tutulmuş deney hayvanlarında sarımsak uygulaması ile beraber Ig düzeyleri ölçülebilir.

·        Tarihi kayıtlardan Mısır piramitlerini yapan işçilerden tutun Romalı savaşçılara kadar büyük efor sarf eden insanlara sarımsak verildiğini öğreniyoruz. Bu gün için özellikle futbolcularda, atletizmle uğraşan insanlarda, hipodromlarda yarışan atlarda doping sınıflamasına girmediğinden dolayı bu etkinliğinin kullanılıp kullanılamayacağı yönünde bir çalışma yapılabilir.   

·        Bazı kayıtlardan cinsel aktiviteyi artırdığını ve eskiden kısırlık tedavisinde kullanıldığını öğreniyoruz. Bir grup deney hayvanında çalışma grubunun hem dişisine hem de erkeğine sarımsak verilerek;

-         fiziksel davranışları izlenebilir

-         sex hormonlarının ( öz. Testesteron ve östrojen ) ölçümleri yapılarak nasıl etkilendiği belirlenebilir

-         bir batımdaki doğum sayıları üzerine etkileri araştırılabilir

-  yavrulara da sarımsak extreleri uygulanarak uygulanmayanlara oranla gelişimlerinin takibi yapılabilir.

·        Eskiler yılan akrep sokan, kuduz hayvan ısıran kişilerde yara üzerine ezilmiş sarımsak sararlarmış. Özellikle kimyasal antiseptiklere oranla sarımsak yağının avantaj ve dezavantajları araştırılabilir.

 

 

Bunlar gibi örnekleri fazlasıyla artırmamız mümkün. Ben sadece burada belli bir bakış açısı kazandırmak için birkaç örnek vermeye çalıştım.

Çoğu insan kokusu nedeniyle bu mükemmel gıdayı yemekten ve kullanmaktan kaçıyor olsa da, ben sarımsaksız bir güveç, sarımsaksız bir cacık, sarımsaksız bir işkembe çorbası düşünemiyorum.
 

Son yıllarda şifalı bitkilerin faydaları konusunda büyük gelişmeler vardır. Tıbbi tedaviye yardımcı tamamlayıcı yada alternatif tıp olarak tanımlanan bitkisel tedavi yöntemlerini sık sık duyuyoruz. Bitkiler konusunda uzman doktorlar hangi bitki hangi hastalık için nasıl kullanılır açıklıyorlar. Bitkilerin hazırlanışı ve kullanımını anlatan reçetelere kür deniyor. Aynen ilaçların kullanımını anlatan prospektüs gibi bize bitkinin nasıl kullanılacağını yan etkilerini ve etkilerini anlatan kürler var. Bitkisel tedavi kürlerini doğru kişilerden öğrenmek ve en doğru şekliyle uygulamak çok sağlıklı sonuçlar yaratıyor. Şifalı bitkiler konusunda eğitim alan doktorlara fitoterapist deniliyor. Bu doktorlar bitki konusunda donanımlı her türlü bilgiyi verebilen kişilerdir. Bir de bitki uzmanlığı olan kişilere herbalist doktor deniliyor. bitkisel tedavi kürlerini Ahmet Maranki, İbrahim Saraçoğlu, Ömer Coşkun, Erkan Topuz, Ender saraç gibi uzman doktorların açıkladığı bitkisel kürler uzman doktorlar tarafından açıklanan sağlıklı bitki kürleridir. Bitki kürlerinin en iyi şekilde faydalı olması için şifalı bitkilerin de güvenilir bir aktardan alınması önemlidir. Bunun yanında bitkiler doktorlarımızın tarifini verdiği ölçülerde ve tavsiye edildiği şekilde hazırlanmalıdır. Bitkisel tedavi konusunda çok dikkatli davranmalıyız. Çünkü eğer bitkileri rastgele ve uygun şekilde kullanmazsak fayda yerine zarar verebilir. Birde eğer kronik bir hastalığımız var ise mutlaka doktorumuza sorarak kullanmamız gerekir. Örneğin şeker hastaları, tabs,yon hastaları bitkileri dikkatli kullanmalıdır. Bazı bitkiler tansiyonu yada şekeri yükseltebilir yada düşürebilir. Eğer doğru bitkiyi doğru şekilde kullanıyorsak şifalıdır. Bu nedenle her duyduğumuzu uygulamak yerine araştırıp irdeleyip bitkisel tedavi kürünü uygulamaya karar vermeliyiz. Sağlıklı günler dileğiyle


lokman hekim Google

Lokman Hekim Kimdir

Şifalı bitkilerden ve baharatlardan bahsedildiğinde ilk akla gelen Lokman Hekim’dir. Aktarlar ve baharatçılar lokman hekim ismini çok kullanırlar. Peki ismini çok duyduğumuz ve ölüme çare bulan Lokman Hekim kimdir? düşündünüzmü?

Lokman Hekim Dâvud aleyhisselâmın zamanında, Arabistan’ın Umman tarafında yaşadı. Dâvud aleyhisselâmla görüşüp ondan ilim öğrendi. Dâvud aleyhisselâma peygamberlik bildirilmeden önce, müfti olan Lokman Hakim, Dâvud aleyhisselâma peygamberlik bildirildikten sonra fetvâ vermeyi bıraktı. Dâvud aleyhisselâma ümmet oldu. Kendisine hikmet verildi. Lokman Hakim tabiplerin piridir. Hikmetli sözleri ve oğluna verdiği nasihatler meşhurdur.

Lokman Hekim’in oğluna nasihatları:

 - Sağlık için;çiğ yeme, sıcak yeme , çok yeme
- Günahın zerresinden bile kaç.Gazaba uğrayacakmışsın gibi Allah;tan kork. Lakin ümidin korkundan fazla olsun.
- En iyi nimet iyi huylu olmaktır.
- Sözüne sadık ol.
- Akranınla sohbet et.
- Herkese yumuşak ol.
- Geçmişte seninle düşmanlığı olmuş kimseye güvenme.
- Dosdoğru ol.
- Başına gelene sabret.
- İyi kişilerle arkadaş ol.
- Dilini küfür sözlerden koru.
- Sadakayı terk etme,zekatı men etme
- Kötülüğü terk edip Allah;tan af dile,tövbe edip bir daha tevbeni bozma.
- Sahtekarlık etme ,kimseyi aldatma.
- Sarımsak şifalıdır.
- Soğanın çiği zarar,pişmişi yarar.
- Duvarı nem,insanı gam yıkar.
- Ey oğlum!Cahili bir yere elçi olarak gönderme. Eğer akıllı birini bulamazsan kendin git.
- Ey oğlum!Dünya derin deniz gibidir. Çok insan onda boğulmuştur. Takva gemin ,iman yükün ,tevekkül halin ,salih amel azığın olsun. Kurtulursan Allah;ın rahmetiyle,boğulursan günahın sebebiyledir.
- Ey oğlum! Ben nice ağır yükler taşıdım,fakat fakirlik gibi acı görmedim. Nice ağır yükler çektim ,kötü komşudan ağırını görmedim.
- Merhamet eden merhamet bulur.
- Hayır söyleyen kar eder;kötü konuşan günahkar olur. Diline hakim olmayan pişman olur.
- Ey oğlum! Kanaatkar olursan cihanda senden zengin kimse yoktur.
- Başkasına hased eden ıstıraptan kurtulamaz.
- Ey oğlum! Her halinde Allah;a sığın,her şeyi Allah;tan bil.
- Dünyanın sevinç ve neşelerini tecrübe ettim;ilimden lezzetlisini görmedim.

- Ey oğlum! Sözü tatlı söyle,katı ,kaba, sert söyleme. Çok zaman sus. Tefekkür et,o zaman dilin belasından emin olursun.
- Ey oğlum! Ticaret olarak takvaya sarıl. Bu mal olmadan kar getirir.
- Sıhhat gibi zenginlik, güzel ahlak gibi nimet yoktur.
- Ey oğlum! Horoz senden daha akıllı olmasın. O her sabah zikir ve tesbih ederken sen uyuma.
- Dünya geçici ve kısadır. Senin dünya hayatın ise azın azıdır. Bunun da azının azı kalmıştır, çoğu geçmiştir.
- İbadet ancak Allah;ı görüyormuş gibi yapılır. Her kimse Allah;ı yakın hissetiği derecede Allah;a ibadet eder.
- Altın ateşte denenip saflaştırıldığı gibi insan da bela ve musibetlerle denenir.
- Ey oğlum! Kötü huydan ,gönül dağınıklığından sakın. Sabırsız olma,yoksa arkadaş bulamazsın. İşini severek yap . Sıkıntılara katlan. Bütün insanlara karşı iyi huylu ol. Çünkü insanlara karşı iyi huylu olan onlara güler yüz göstereni herkes sever.
- Dünyadan yetecek kadar nasibini al .yoksa insanlara muhtaç olur ellerine bakarsın. – Ey oğlum kötü kadından sakın. Çünkü o vaktinden önce seni kocaltır. Kötü kadınların şerrinden kork, çünkü onlar iyiliğe çağırmaz.
- Yavrucuğm! Alimlerin meclislerinde devamlı bulun. Davranışları sözleriyle uyum gösteren alimlerin sözlerini dinle.
- Yavrucuğum! İlimden bilmediğini öğren.bildiğini bilmeyenlere öğret.
…….

Son yıllarda şifalı bitkilerin faydaları konusunda büyük gelişmeler vardır. Tıbbi tedaviye yardımcı tamamlayıcı yada alternatif tıp olarak tanımlanan bitkisel tedavi yöntemlerini sık sık duyuyoruz. Bitkiler konusunda uzman doktorlar hangi bitki hangi hastalık için nasıl kullanılır açıklıyorlar. Bitkilerin hazırlanışı ve kullanımını anlatan reçetelere kür deniyor. Aynen ilaçların kullanımını anlatan prospektüs gibi bize bitkinin nasıl kullanılacağını yan etkilerini ve etkilerini anlatan kürler var. Bitkisel tedavi kürlerini doğru kişilerden öğrenmek ve en doğru şekliyle uygulamak çok sağlıklı sonuçlar yaratıyor. Şifalı bitkiler konusunda eğitim alan doktorlara fitoterapist deniliyor. Bu doktorlar bitki konusunda donanımlı her türlü bilgiyi verebilen kişilerdir. Bir de bitki uzmanlığı olan kişilere herbalist doktor deniliyor. bitkisel tedavi kürlerini Ahmet Maranki, İbrahim Saraçoğlu, Ömer Coşkun, Erkan Topuz, Ender saraç gibi uzman doktorların açıkladığı bitkisel kürler uzman doktorlar tarafından açıklanan sağlıklı bitki kürleridir. Bitki kürlerinin en iyi şekilde faydalı olması için şifalı bitkilerin de güvenilir bir aktardan alınması önemlidir. Bunun yanında bitkiler doktorlarımızın tarifini verdiği ölçülerde ve tavsiye edildiği şekilde hazırlanmalıdır. Bitkisel tedavi konusunda çok dikkatli davranmalıyız. Çünkü eğer bitkileri rastgele ve uygun şekilde kullanmazsak fayda yerine zarar verebilir. Birde eğer kronik bir hastalığımız var ise mutlaka doktorumuza sorarak kullanmamız gerekir. Örneğin şeker hastaları, tabs,yon hastaları bitkileri dikkatli kullanmalıdır. Bazı bitkiler tansiyonu yada şekeri yükseltebilir yada düşürebilir. Eğer doğru bitkiyi doğru şekilde kullanıyorsak şifalıdır. Bu nedenle her duyduğumuzu uygulamak yerine araştırıp irdeleyip bitkisel tedavi kürünü uygulamaya karar vermeliyiz. Sağlıklı günler dileğiyle


lokman hekim Google

Lokman Hekim Kimdir

Şifalı bitkilerden ve baharatlardan bahsedildiğinde ilk akla gelen Lokman Hekim’dir. Aktarlar ve baharatçılar lokman hekim ismini çok kullanırlar. Peki ismini çok duyduğumuz ve ölüme çare bulan Lokman Hekim kimdir? düşündünüzmü?

Lokman Hekim Dâvud aleyhisselâmın zamanında, Arabistan’ın Umman tarafında yaşadı. Dâvud aleyhisselâmla görüşüp ondan ilim öğrendi. Dâvud aleyhisselâma peygamberlik bildirilmeden önce, müfti olan Lokman Hakim, Dâvud aleyhisselâma peygamberlik bildirildikten sonra fetvâ vermeyi bıraktı. Dâvud aleyhisselâma ümmet oldu. Kendisine hikmet verildi. Lokman Hakim tabiplerin piridir. Hikmetli sözleri ve oğluna verdiği nasihatler meşhurdur.

Lokman Hekim’in oğluna nasihatları:

 - Sağlık için;çiğ yeme, sıcak yeme , çok yeme
- Günahın zerresinden bile kaç.Gazaba uğrayacakmışsın gibi Allah;tan kork. Lakin ümidin korkundan fazla olsun.
- En iyi nimet iyi huylu olmaktır.
- Sözüne sadık ol.
- Akranınla sohbet et.
- Herkese yumuşak ol.
- Geçmişte seninle düşmanlığı olmuş kimseye güvenme.
- Dosdoğru ol.
- Başına gelene sabret.
- İyi kişilerle arkadaş ol.
- Dilini küfür sözlerden koru.
- Sadakayı terk etme,zekatı men etme
- Kötülüğü terk edip Allah;tan af dile,tövbe edip bir daha tevbeni bozma.
- Sahtekarlık etme ,kimseyi aldatma.
- Sarımsak şifalıdır.
- Soğanın çiği zarar,pişmişi yarar.
- Duvarı nem,insanı gam yıkar.
- Ey oğlum!Cahili bir yere elçi olarak gönderme. Eğer akıllı birini bulamazsan kendin git.
- Ey oğlum!Dünya derin deniz gibidir. Çok insan onda boğulmuştur. Takva gemin ,iman yükün ,tevekkül halin ,salih amel azığın olsun. Kurtulursan Allah;ın rahmetiyle,boğulursan günahın sebebiyledir.
- Ey oğlum! Ben nice ağır yükler taşıdım,fakat fakirlik gibi acı görmedim. Nice ağır yükler çektim ,kötü komşudan ağırını görmedim.
- Merhamet eden merhamet bulur.
- Hayır söyleyen kar eder;kötü konuşan günahkar olur. Diline hakim olmayan pişman olur.
- Ey oğlum! Kanaatkar olursan cihanda senden zengin kimse yoktur.
- Başkasına hased eden ıstıraptan kurtulamaz.
- Ey oğlum! Her halinde Allah;a sığın,her şeyi Allah;tan bil.
- Dünyanın sevinç ve neşelerini tecrübe ettim;ilimden lezzetlisini görmedim.

- Ey oğlum! Sözü tatlı söyle,katı ,kaba, sert söyleme. Çok zaman sus. Tefekkür et,o zaman dilin belasından emin olursun.
- Ey oğlum! Ticaret olarak takvaya sarıl. Bu mal olmadan kar getirir.
- Sıhhat gibi zenginlik, güzel ahlak gibi nimet yoktur.
- Ey oğlum! Horoz senden daha akıllı olmasın. O her sabah zikir ve tesbih ederken sen uyuma.
- Dünya geçici ve kısadır. Senin dünya hayatın ise azın azıdır. Bunun da azının azı kalmıştır, çoğu geçmiştir.
- İbadet ancak Allah;ı görüyormuş gibi yapılır. Her kimse Allah;ı yakın hissetiği derecede Allah;a ibadet eder.
- Altın ateşte denenip saflaştırıldığı gibi insan da bela ve musibetlerle denenir.
- Ey oğlum! Kötü huydan ,gönül dağınıklığından sakın. Sabırsız olma,yoksa arkadaş bulamazsın. İşini severek yap . Sıkıntılara katlan. Bütün insanlara karşı iyi huylu ol. Çünkü insanlara karşı iyi huylu olan onlara güler yüz göstereni herkes sever.
- Dünyadan yetecek kadar nasibini al .yoksa insanlara muhtaç olur ellerine bakarsın. – Ey oğlum kötü kadından sakın. Çünkü o vaktinden önce seni kocaltır. Kötü kadınların şerrinden kork, çünkü onlar iyiliğe çağırmaz.
- Yavrucuğm! Alimlerin meclislerinde devamlı bulun. Davranışları sözleriyle uyum gösteren alimlerin sözlerini dinle.
- Yavrucuğum! İlimden bilmediğini öğren.bildiğini bilmeyenlere öğret.
…….

Son yıllarda şifalı bitkilerin faydaları konusunda büyük gelişmeler vardır. Tıbbi tedaviye yardımcı tamamlayıcı yada alternatif tıp olarak tanımlanan bitkisel tedavi yöntemlerini sık sık duyuyoruz. Bitkiler konusunda uzman doktorlar hangi bitki hangi hastalık için nasıl kullanılır açıklıyorlar. Bitkilerin hazırlanışı ve kullanımını anlatan reçetelere kür deniyor. Aynen ilaçların kullanımını anlatan prospektüs gibi bize bitkinin nasıl kullanılacağını yan etkilerini ve etkilerini anlatan kürler var. Bitkisel tedavi kürlerini doğru kişilerden öğrenmek ve en doğru şekliyle uygulamak çok sağlıklı sonuçlar yaratıyor. Şifalı bitkiler konusunda eğitim alan doktorlara fitoterapist deniliyor. Bu doktorlar bitki konusunda donanımlı her türlü bilgiyi verebilen kişilerdir. Bir de bitki uzmanlığı olan kişilere herbalist doktor deniliyor. bitkisel tedavi kürlerini Ahmet Maranki, İbrahim Saraçoğlu, Ömer Coşkun, Erkan Topuz, Ender saraç gibi uzman doktorların açıkladığı bitkisel kürler uzman doktorlar tarafından açıklanan sağlıklı bitki kürleridir. Bitki kürlerinin en iyi şekilde faydalı olması için şifalı bitkilerin de güvenilir bir aktardan alınması önemlidir. Bunun yanında bitkiler doktorlarımızın tarifini verdiği ölçülerde ve tavsiye edildiği şekilde hazırlanmalıdır. Bitkisel tedavi konusunda çok dikkatli davranmalıyız. Çünkü eğer bitkileri rastgele ve uygun şekilde kullanmazsak fayda yerine zarar verebilir. Birde eğer kronik bir hastalığımız var ise mutlaka doktorumuza sorarak kullanmamız gerekir. Örneğin şeker hastaları, tabs,yon hastaları bitkileri dikkatli kullanmalıdır. Bazı bitkiler tansiyonu yada şekeri yükseltebilir yada düşürebilir. Eğer doğru bitkiyi doğru şekilde kullanıyorsak şifalıdır. Bu nedenle her duyduğumuzu uygulamak yerine araştırıp irdeleyip bitkisel tedavi kürünü uygulamaya karar vermeliyiz. Sağlıklı günler dileğiyle


lokman hekim Google

Lokman Hekim Kimdir

Şifalı bitkilerden ve baharatlardan bahsedildiğinde ilk akla gelen Lokman Hekim’dir. Aktarlar ve baharatçılar lokman hekim ismini çok kullanırlar. Peki ismini çok duyduğumuz ve ölüme çare bulan Lokman Hekim kimdir? düşündünüzmü?

Lokman Hekim Dâvud aleyhisselâmın zamanında, Arabistan’ın Umman tarafında yaşadı. Dâvud aleyhisselâmla görüşüp ondan ilim öğrendi. Dâvud aleyhisselâma peygamberlik bildirilmeden önce, müfti olan Lokman Hakim, Dâvud aleyhisselâma peygamberlik bildirildikten sonra fetvâ vermeyi bıraktı. Dâvud aleyhisselâma ümmet oldu. Kendisine hikmet verildi. Lokman Hakim tabiplerin piridir. Hikmetli sözleri ve oğluna verdiği nasihatler meşhurdur.

Lokman Hekim’in oğluna nasihatları:

 - Sağlık için;çiğ yeme, sıcak yeme , çok yeme
- Günahın zerresinden bile kaç.Gazaba uğrayacakmışsın gibi Allah;tan kork. Lakin ümidin korkundan fazla olsun.
- En iyi nimet iyi huylu olmaktır.
- Sözüne sadık ol.
- Akranınla sohbet et.
- Herkese yumuşak ol.
- Geçmişte seninle düşmanlığı olmuş kimseye güvenme.
- Dosdoğru ol.
- Başına gelene sabret.
- İyi kişilerle arkadaş ol.
- Dilini küfür sözlerden koru.
- Sadakayı terk etme,zekatı men etme
- Kötülüğü terk edip Allah;tan af dile,tövbe edip bir daha tevbeni bozma.
- Sahtekarlık etme ,kimseyi aldatma.
- Sarımsak şifalıdır.
- Soğanın çiği zarar,pişmişi yarar.
- Duvarı nem,insanı gam yıkar.
- Ey oğlum!Cahili bir yere elçi olarak gönderme. Eğer akıllı birini bulamazsan kendin git.
- Ey oğlum!Dünya derin deniz gibidir. Çok insan onda boğulmuştur. Takva gemin ,iman yükün ,tevekkül halin ,salih amel azığın olsun. Kurtulursan Allah;ın rahmetiyle,boğulursan günahın sebebiyledir.
- Ey oğlum! Ben nice ağır yükler taşıdım,fakat fakirlik gibi acı görmedim. Nice ağır yükler çektim ,kötü komşudan ağırını görmedim.
- Merhamet eden merhamet bulur.
- Hayır söyleyen kar eder;kötü konuşan günahkar olur. Diline hakim olmayan pişman olur.
- Ey oğlum! Kanaatkar olursan cihanda senden zengin kimse yoktur.
- Başkasına hased eden ıstıraptan kurtulamaz.
- Ey oğlum! Her halinde Allah;a sığın,her şeyi Allah;tan bil.
- Dünyanın sevinç ve neşelerini tecrübe ettim;ilimden lezzetlisini görmedim.

- Ey oğlum! Sözü tatlı söyle,katı ,kaba, sert söyleme. Çok zaman sus. Tefekkür et,o zaman dilin belasından emin olursun.
- Ey oğlum! Ticaret olarak takvaya sarıl. Bu mal olmadan kar getirir.
- Sıhhat gibi zenginlik, güzel ahlak gibi nimet yoktur.
- Ey oğlum! Horoz senden daha akıllı olmasın. O her sabah zikir ve tesbih ederken sen uyuma.
- Dünya geçici ve kısadır. Senin dünya hayatın ise azın azıdır. Bunun da azının azı kalmıştır, çoğu geçmiştir.
- İbadet ancak Allah;ı görüyormuş gibi yapılır. Her kimse Allah;ı yakın hissetiği derecede Allah;a ibadet eder.
- Altın ateşte denenip saflaştırıldığı gibi insan da bela ve musibetlerle denenir.
- Ey oğlum! Kötü huydan ,gönül dağınıklığından sakın. Sabırsız olma,yoksa arkadaş bulamazsın. İşini severek yap . Sıkıntılara katlan. Bütün insanlara karşı iyi huylu ol. Çünkü insanlara karşı iyi huylu olan onlara güler yüz göstereni herkes sever.
- Dünyadan yetecek kadar nasibini al .yoksa insanlara muhtaç olur ellerine bakarsın. – Ey oğlum kötü kadından sakın. Çünkü o vaktinden önce seni kocaltır. Kötü kadınların şerrinden kork, çünkü onlar iyiliğe çağırmaz.
- Yavrucuğm! Alimlerin meclislerinde devamlı bulun. Davranışları sözleriyle uyum gösteren alimlerin sözlerini dinle.
- Yavrucuğum! İlimden bilmediğini öğren.bildiğini bilmeyenlere öğret.
…….

Son yıllarda şifalı bitkilerin faydaları konusunda büyük gelişmeler vardır. Tıbbi tedaviye yardımcı tamamlayıcı yada alternatif tıp olarak tanımlanan bitkisel tedavi yöntemlerini sık sık duyuyoruz. Bitkiler konusunda uzman doktorlar hangi bitki hangi hastalık için nasıl kullanılır açıklıyorlar. Bitkilerin hazırlanışı ve kullanımını anlatan reçetelere kür deniyor. Aynen ilaçların kullanımını anlatan prospektüs gibi bize bitkinin nasıl kullanılacağını yan etkilerini ve etkilerini anlatan kürler var. Bitkisel tedavi kürlerini doğru kişilerden öğrenmek ve en doğru şekliyle uygulamak çok sağlıklı sonuçlar yaratıyor. Şifalı bitkiler konusunda eğitim alan doktorlara fitoterapist deniliyor. Bu doktorlar bitki konusunda donanımlı her türlü bilgiyi verebilen kişilerdir. Bir de bitki uzmanlığı olan kişilere herbalist doktor deniliyor. bitkisel tedavi kürlerini Ahmet Maranki, İbrahim Saraçoğlu, Ömer Coşkun, Erkan Topuz, Ender saraç gibi uzman doktorların açıkladığı bitkisel kürler uzman doktorlar tarafından açıklanan sağlıklı bitki kürleridir. Bitki kürlerinin en iyi şekilde faydalı olması için şifalı bitkilerin de güvenilir bir aktardan alınması önemlidir. Bunun yanında bitkiler doktorlarımızın tarifini verdiği ölçülerde ve tavsiye edildiği şekilde hazırlanmalıdır. Bitkisel tedavi konusunda çok dikkatli davranmalıyız. Çünkü eğer bitkileri rastgele ve uygun şekilde kullanmazsak fayda yerine zarar verebilir. Birde eğer kronik bir hastalığımız var ise mutlaka doktorumuza sorarak kullanmamız gerekir. Örneğin şeker hastaları, tabs,yon hastaları bitkileri dikkatli kullanmalıdır. Bazı bitkiler tansiyonu yada şekeri yükseltebilir yada düşürebilir. Eğer doğru bitkiyi doğru şekilde kullanıyorsak şifalıdır. Bu nedenle her duyduğumuzu uygulamak yerine araştırıp irdeleyip bitkisel tedavi kürünü uygulamaya karar vermeliyiz. Sağlıklı günler dileğiyle


lokman hekim Google

Lokman Hekim Kimdir

Şifalı bitkilerden ve baharatlardan bahsedildiğinde ilk akla gelen Lokman Hekim’dir. Aktarlar ve baharatçılar lokman hekim ismini çok kullanırlar. Peki ismini çok duyduğumuz ve ölüme çare bulan Lokman Hekim kimdir? düşündünüzmü?

Lokman Hekim Dâvud aleyhisselâmın zamanında, Arabistan’ın Umman tarafında yaşadı. Dâvud aleyhisselâmla görüşüp ondan ilim öğrendi. Dâvud aleyhisselâma peygamberlik bildirilmeden önce, müfti olan Lokman Hakim, Dâvud aleyhisselâma peygamberlik bildirildikten sonra fetvâ vermeyi bıraktı. Dâvud aleyhisselâma ümmet oldu. Kendisine hikmet verildi. Lokman Hakim tabiplerin piridir. Hikmetli sözleri ve oğluna verdiği nasihatler meşhurdur.

Lokman Hekim’in oğluna nasihatları:

 - Sağlık için;çiğ yeme, sıcak yeme , çok yeme
- Günahın zerresinden bile kaç.Gazaba uğrayacakmışsın gibi Allah;tan kork. Lakin ümidin korkundan fazla olsun.
- En iyi nimet iyi huylu olmaktır.
- Sözüne sadık ol.
- Akranınla sohbet et.
- Herkese yumuşak ol.
- Geçmişte seninle düşmanlığı olmuş kimseye güvenme.
- Dosdoğru ol.
- Başına gelene sabret.
- İyi kişilerle arkadaş ol.
- Dilini küfür sözlerden koru.
- Sadakayı terk etme,zekatı men etme
- Kötülüğü terk edip Allah;tan af dile,tövbe edip bir daha tevbeni bozma.
- Sahtekarlık etme ,kimseyi aldatma.
- Sarımsak şifalıdır.
- Soğanın çiği zarar,pişmişi yarar.
- Duvarı nem,insanı gam yıkar.
- Ey oğlum!Cahili bir yere elçi olarak gönderme. Eğer akıllı birini bulamazsan kendin git.
- Ey oğlum!Dünya derin deniz gibidir. Çok insan onda boğulmuştur. Takva gemin ,iman yükün ,tevekkül halin ,salih amel azığın olsun. Kurtulursan Allah;ın rahmetiyle,boğulursan günahın sebebiyledir.
- Ey oğlum! Ben nice ağır yükler taşıdım,fakat fakirlik gibi acı görmedim. Nice ağır yükler çektim ,kötü komşudan ağırını görmedim.
- Merhamet eden merhamet bulur.
- Hayır söyleyen kar eder;kötü konuşan günahkar olur. Diline hakim olmayan pişman olur.
- Ey oğlum! Kanaatkar olursan cihanda senden zengin kimse yoktur.
- Başkasına hased eden ıstıraptan kurtulamaz.
- Ey oğlum! Her halinde Allah;a sığın,her şeyi Allah;tan bil.
- Dünyanın sevinç ve neşelerini tecrübe ettim;ilimden lezzetlisini görmedim.

- Ey oğlum! Sözü tatlı söyle,katı ,kaba, sert söyleme. Çok zaman sus. Tefekkür et,o zaman dilin belasından emin olursun.
- Ey oğlum! Ticaret olarak takvaya sarıl. Bu mal olmadan kar getirir.
- Sıhhat gibi zenginlik, güzel ahlak gibi nimet yoktur.
- Ey oğlum! Horoz senden daha akıllı olmasın. O her sabah zikir ve tesbih ederken sen uyuma.
- Dünya geçici ve kısadır. Senin dünya hayatın ise azın azıdır. Bunun da azının azı kalmıştır, çoğu geçmiştir.
- İbadet ancak Allah;ı görüyormuş gibi yapılır. Her kimse Allah;ı yakın hissetiği derecede Allah;a ibadet eder.
- Altın ateşte denenip saflaştırıldığı gibi insan da bela ve musibetlerle denenir.
- Ey oğlum! Kötü huydan ,gönül dağınıklığından sakın. Sabırsız olma,yoksa arkadaş bulamazsın. İşini severek yap . Sıkıntılara katlan. Bütün insanlara karşı iyi huylu ol. Çünkü insanlara karşı iyi huylu olan onlara güler yüz göstereni herkes sever.
- Dünyadan yetecek kadar nasibini al .yoksa insanlara muhtaç olur ellerine bakarsın. – Ey oğlum kötü kadından sakın. Çünkü o vaktinden önce seni kocaltır. Kötü kadınların şerrinden kork, çünkü onlar iyiliğe çağırmaz.
- Yavrucuğm! Alimlerin meclislerinde devamlı bulun. Davranışları sözleriyle uyum gösteren alimlerin sözlerini dinle.
- Yavrucuğum! İlimden bilmediğini öğren.bildiğini bilmeyenlere öğret.
…….
 

Şifalı Bitkiler – Şifalı Otlar – Faydalı Bitkiler – Bitkisel Tedavi – Alternatif Tıp – Cilt Bakımı – Cilt Lekeleri

Çeşitli efsanelere konu olan ve ölümsüzlüğün sırrını bulduğu ancak tarifini elinden Misis Nehri’ne düşürdüğü iddia edilen Lokman Peygamberin insanlara verdiği en önemli öğütlerinden biri elma yemeleridir. Günümüzde bile Lokman Hekim için yapılan resimve heykellerde bile hala elinde bir elma tutarken tasvir edilir. Peki elmanın sırrı nedir?

Elma herhangi bir sebze ya da meyveden çok daha fazla fosfor içerir. Fosfor beyin ve sinir sistemi için paha biçilemez bir kaynaktır. Bellek işlevleri, dikkat sorunu yaşayanlar hergün iki elma yemelidir. Kepek ya da arpa ile hazırlanıp limonla zenginleştirilen bir elma çayı, beynin tüm yorgunluğunu alır. Unutkanlık problemi için çok etkilidir.

 

Elma böbrek kumu ve taşı yüzünden sıkıntı yaşayanlar için de önemli bir besindir. Yemeklerde elma sirkesi kullanmak, elma şarabı içmek ve tabi ki en güzeli olgun elmalardan yemek idrar yolu ve böbrekle ilgili sorunları hafifletir.

Karaciğer yorgunluğunu ve tembelliğini azaltır. Usta aşçılar ağır et yemeklerinin yanında elma sosu hazırlarlar ki karaciğeri yoran bu yemeklerin etkisini nötrleştirsin. Elmanın içinde bulunan malik asit özellikle gut hastalığı için oldukça rahatlatıcıdır.

Olgun elmalar mide asitlerini giderir. Tuzları bazik karbonata dönüştürerek midenin doğal asit dengesini sağlar. Görme keskinliğini kaybeden ve kızaran gözlere elma lapası koymak kızarıklığını alır ve görüşü keskinleştirir. Boğaz ağrıları ve iltihaplarında rendelenmiş bir elmayı ağızda dolaştırmak faydalı olmaktadır.

Elma çayı ve suyunun ateş düşürücü özelliği vardır. Ayrıca yemekten önce yenilen bir elma iştah durumunu düzenleyerek çok fazla ya da az yemek yenmesinin önüne geçer.

Elma çayı iki şekilde yapılır. Birinci yöntemde 2 adet elma rende yada metal olmayan bir aletle parçalanır. Yanına limon kabukları eklenir ve üzerine yarım litre kaynar su dökülür. Soğuyana kadar bekletildikten sonra içilir. diğer yöntemde ise 2 elma bütün olarak 1 litre su ile pişirilir. Pişen elmalar ezilerek hazırlanan çay sıcak ya da soğuk olarak içilir.
 

‘|A| Şifalı Bitkiler’ Kategori Arşivi

Özellikle kış aylarında çok sık görülen bademcik iltihaplanmasından doğal yollarla korunmak çok kolay. Bademcik iltihaplanması her ne kadar halk arasında basit bir hastalık olarak görünse de ilerleyen aşamalarda faranjite hatta bademcik kaybına neden olabilmektedir. Çocuklarda görülen bademcik iltihaplanması sebep olduğu yüksek ateş nedeniyle ciddi bir hastalık olarak görülmelidir. Küçük yaşlarda geçirilen havalelerin ileride kalıcı hasarlar [...]

Arpa tek yıllık, her yıl yeniden tohumlanarak yetiştirilen bir bitkidir. Ortalama 1 metre kadar büyüyebilen bitkin insan ve hayvan beslenmesinde yüzlerce yıldır kullanılmaktadır. Arpanın tohumları ve çimen kısmı ayrı ayrı kullanılmaktadır. Eski Mısır, Roma ve Vikinglerde bile kullanılan bitkinin haşlanarak lapa yapılan tohumları boğaz ağrısını yatıştırmaktadır. Doğumdan ölüme kadar kullanılabilecek bir besin olan arta E [...]

Latince adı Avena sativa olan yulaf yaklaşık 25 türü olan ve neredeyse tüm dünyada yetişen bir bitkidir. Yulaf ın ilk kullanımı atlarda olmuştur. Besin olarak kullanılmasının yanısıra bir afrodizyak olarak etkili olan bitkinin erkeklerde de aynı işlevi gördüğü söylenmekle birlikte bununla ilgili bilimsel bir kanıt yoktur. doğurganlığı arttırdığı ise bilinmektedir. Yulaf ezmesi cilt hastalıkları üzerinde [...]

Latince adı Salix alba olan beyaz söğüt dünyanın pek çok yerinde yetişen büyük bir ağaçtır. Özellikle dere kenarlarında 11-25 metre uzunluğu kadar büyüyebilen bitkinin ağrı kesici olarak kullanımı insanlık tarihi kadar eskidir. Çin, Mısır, Asur, Yunan tıbbında kullanılan ağaç Hipokrat’tan Galen’e kadar pek çok antik dönem hekimi tarafından kullanılmıştır. Baş ağrısı, ateş, boğaz ağrısı, titreme, [...]

Aspir latince/botanik ismi Carthamus tinctorius olan tek yıllık bir bitkidir. Papatyagiller ailesinin bir üyesidir Dikenli yaprakları, sert yapıda, uzun, sarı ya da kırmızımsı çiçekleri vardır. Tohumlarından yemeklik yağ da yapılmaktadır. Güneşten fakir, kuru topraklarda rahatlıkla yetişebilen bitki 1 metreye kadar uzayabilir. Fırat Nehri çevresi, İran, Hindistan ve Kuzey Afrika’da yetişir. Bitkisel tedaviler ve gıda olarak [...]

Altınmühür, sarı kök ve hint zerdeçalı olarakta bilinen Latince ismi Hydrastis canadensis olan bitkidir. Kök ve rizomlarından tıbbi olarak faydalanılan bu bitkinin pek çok faydası vardır. Bitkinin kök ve rizomları kullanılmaktadır. Altın mühür otu, ödemler ve ağrılarda çok faydalıdır. Ülser ve kronik yaralarda kullanılmaktadır. Mantar hastalığına karşı çok etkilidir, özellikle kadınlardaki vajinal mantar ve pamukçuklukları [...]

Bazı yörelerimizde portakal nergizi olarakta adlandırılan aynısafa çok yıllık bir bitkidir. İnce örümcek ağına benzeyen bir yapısı olan bitki ekili tarlalar, yol kenarları, boş arazilerde yetişir. Deniz seviyesinden 200 metreye kadar yetişebilir. En çok ovaları seven bitki ülkemizde en çok Çanakkale, Kocaeli, Sinop, Amasya, Balıkesir, Bilecik, İzmir, Denizli, Antalya, Adana, Urfa ve Mardin’de yetişmektedir. Çiçeklerinden [...]

Domuz ayrığı, bermuda çimi gibi adlarla da bilinir. Çok senelik otsu bitki rizomlu olduğundan kendiliğinden ve çok miktarda yetişir. Taşlık, kurak tepe ve yamaçlar, dere ve deniz kenarları, kum birikintileri, bozkırlar, çayırlar, tuzlu topraklar ve sulanan yerlerde sıkça yetişir. Deniz seviyesinden 1830 metreye kadar yetişebilmektedir. Toprak üstü ve altı kısımlarından çay yapılarak tüketilmektedir. Sıcak çayı [...]

Dikenli, küçük ağaççıklardır. Küremsi ve tüylü meyveleri taze olarak tüketilir. Kayalık, kireçli arazilerde yetişir. 1600 metre rakıma kadar görülebilmektedir. Ülkemizde en çok Kayseri, Malatya, Elazığ, Bitlis, Muğla, İçel, Hatay, Adıyaman ve Mardin illerinde rastlanır. Meyveleri taze olarak yenildiği gibi çay olarakta tüketilmektedir.

Rizomlu, kısa ve dik bir bitkidir. Yaprakları küme şeklinde olan bitki kuru duvar dipleri, kireç taşı ve başkalaşım kayalarına yakın yerlerde yetişir. Deniz seviyesinden 10 ila 1300 metre yüksekliğe kadar yetişir. Ülkemizde en çok İstanbul, Bolu, Sinop, İzmir, Aydın, Muğla, Antalya ve Adana illerinde yetişir. Bitkiden çay yapılır. Çayı basurda içilir ve memelerin temizlenmesinde kullanılır.

Acı yavşan olarakta bilinen pelin otu, çok yıllık yarı çalımsı ve aromatik bir bitkidir. Çiçekli gövdeler dik, aşağı doğru ilerleyicigrimsi veya beyazımsı ipeksi tüylüdür. Dere kenarları, boş araziler ve yamaçlar başta olmak üzere deniz seviyesinden 2600 metre yüksekliğe kadar yetişmektedir. Haziran ve Eylül aylarını çiçekli geçiren bitki ülkemizde en çok İstanbul, Bolu, Kastamonu, Sivas, Gümüşhane, [...]

Pardı üzümü ve andız meyvesi olarakta bilinir. Çam ormanları, meşe çalılığı, maki, deniz seviyesinden 1300metre yüksekliğe kadar yetişir. Ülkemizin Kırklareli, Çanakkale, İstanbul, Sakarya, Kastamonu, Sinop, Samsun, Trabzon, İzmir, Kütahya, Ankara, Kayseri, Sivas, Bitlis, Antalya, İçel, Adana, Maraş ve Adıyaman illerinde sıklıkla yetişir. Meyvelerinden hazırlanan çay karın ağrısı, öksürük, katarakt, balgam söktürücü, basur ve gripte dahilen [...]

Alakurtaran ve devegülü adıyla da bilinen hatmi Yüksek, çok yıllık, gövdeleri sık yumuşak yıldız tüylü bir bitkidir. Haziran ve ekim ayları çiçek açan bu bitki yol kenarları, tarlalar ve bozkırlarda kendiliğinden yetişir. Ülkemizin İstanbul, Bilecik, Bolu, Çankırı, Balıkesir, Kütahya, Eskişehir, Ankara, Maraş, Aydın, Denizli ve Antalya illerinde sıkça rastlanır.

Doğumparça otu adı ile de bilinir. Yeşil yaprakları ve sapları doğrudan yenilerek ya da demlenerek kullanılır. Özellikle mide rahatsızlıklarında etkilidir. Ülkemizin iç kesimlerinde doğal olarak yetişmektedir. Kullanıldığı yerler: Kökler hariç tüm bitki çay şeklinde demlenerek iştah açıcı olarak içilir. Pire ısırmalarına karşı haricen sürülür. Üzerine kaynar su dökülerek karıştırılan ve 5 dakika bu şekilde bekletilip [...]

Yaprakları astıma, öksürüğe ve kramplara karşı kullanılmaktadır. Bütün bitki zehirli maddeler barındırdığından ancak az miktarda ve doktor kontrolünde kullanılır. Yapraklar pişirildikten sonra ağrıyan bölgelere haricen uygulanır. Tohumları kuvvetlendirici olarak kullanılır. Yaprak özsuyu kulak ağrılarını gidermek için kulağa damlatılır. Biraz kurutulmuş yaprakları, sigara şeklinde sarılıp içilerek, astım tedavisinde kullanılır.

Genç yapraklar ağrıları dindirmek için yenir. Meyveleri kuvvet verici olarak yenilir. Yapraklar yara iyi edici olarak kullanılır. Yaprakları kan kesici olarak kullanılmaktadır. Meyveleri kabızlık giderici olarak kullanılır. Budanmasından sonra akan su böbrek taşı için günde 1 fincan içilir.

Yüksek tansiyonu düşürmek amacıyla meyveleri yenilir. Çiçeklerinin ezilmesi ile elde edilen özsuyun yatıştırıcı ve tansiyon düşürücü, sinir sistemini yatıştırıcı, spazmları azaltıcı, kalp atışlarının hızını düşürücü, tansiyon düşürücü, idrar söktürücü etkileri vardır. Meyveleri koruyucu ve kuvvetlendirici olarak kullanılır. Çayı dahilen böbrek taşlarını düşürmek amacıyla kullanılır. Meyveleri idrar arttırıcı olarak kullanılır. Kök ve toprakaltı kısımlarından hazırlanan çay [...]

Esansı kasılmaları giderici, aromatizandır. Badem yağı dahilen müshil, haricen yumuşatıcı ve yara iyi edici olarak kullanılır. Haricen yara ve yarıklara sürülür. Tohumları yağ elde edilmesinde ve bu yağda koku giderici, yara iyi edici, yumuşatıcı, kurt düşürücü ve müshil olarak kullanılır. Taze meyve kabuğu boğaz ağrılarına iyi gelir.

Bitkinin kök kısmı un haline getirildikten sonra ıslak olan saça sürülür, böylece saçın yumuşamasını ve kolay taranmasını sağlar. Çiçekleri Haziran ve Temmuz aylarında toplanıp kurutulduktan sonra, Kış mevsiminde soğuk algınlıklarına ve gribal enfeksiyonlara karşı çayı yapılarak içilir. Kökleri cilt yaralarını iyileştirmede ve iltihap kurutucu olarak bilinir.

İştah açıcı, midevi, idrar söktürücü, kandaki şeker oranını düşürücü, haricen irin akıtıcı olarak kullanılır. Kalbi ve diş etlerini kuvvetlendiricidir. Kanı ve organizmayı temizler, tene güzellik verir. Suda haşlandıktan sonra yaraların veya çıbanın üzerine konulur. Arı sokmalarında, haricen, kemik kırılmalarında kullanılır. Yara iyi edici, yeni olgunlaşmış iltihaplı yaralara karşı kullanılır. Yenildiğinde balgam söktürücüdür

Kökleri birçok hastalığın tedavisi için kullanılır. Çayı dahilen adet kesici olarak kullanılır. Kökleri antibakteriyal, kaşıntı önleyici ve yara iyi edicidir.

Kökü yılan ısırmalarına karşı dövülerek haricen ısırılan bölgeye uygulanır. Ayak şişkinliklerini gidermek için yaprakları suda dövüldükten sonra haricen şişlik olan bölgeye uygulanır. Kökleri haricen yara iyileştirici olarak bilinir. Kökün kabuğu buğday ile birlikte öğütülür, iltihaplı yaralara sürülür ve yeni sünnet olmuş çocukların yaralarına sürülür.

Evlerin bahçelerinde güzel kokusundan dolayı süs bitkisi olarak yetiştirilir. Midevi, Kuvvet verici, iştah açıcı, ateş düşürücü ve idrar arttırıcı olarak kullanılır. Kurt düşürücü ve adet getirici etkileri de vardır. Sinir yatıştırıcı, ve iştah açıcıdır. İştahsızlıkta ve sindirim güçlülüğünde de kullanılır. Zafiyet, bronşit, tüberküloz, ülser ve şeker hastalığında kullanılır.

Toprak üstü kısımları, Haziran ve Temmuz aylarında toplanılıp, suda kaynatılarak, nefes darlığına karşı suyu içilir. Bitkinin sıcak su içinde 5 dakika bekletilerek hazırlanan çay idrar yollarını açıcı olarak tesir eder. Toprak üstü kısımlarının çayı bal ile tatlandırılarak balgam söktürücü ve öksürük kesici olarak solunum sistemi hastalıklarda kullanılır.

Civanperçemi çiçeğinin bir çeşididir. Sarı çiçek olarakta bilinir. Çiçeklerinden hazırlan çay, mide ağrısını gidermek için içilir. Kurutulmuş çiçeklerinden hazırlanan çay gaz sancısını giderir. Kurutulmuş çiçeklerinden hazırlanan çay adet dönemindeki kadınların ağrı ve sancılarını azalttığı gibi depresif durumlarını da gidericidir. Kurutulduktan sonra öğütülen çiçekleri yarasakızı bitkisinin köklerinden alınan süt ile karıştırıldıktan sonra bir beze sürülerek yaraların [...]

 

 

 

 
 
 
  Bugün 5 ziyaretçi (6 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol